Sayesinde şehirlerin şehirlere, en ücra köylerin merkezlere bağlandığı, milyonlarca insanın evlerden dünyaya dağıldığı, kültür ve teknoloji paylaşımının hızlandığı yapışkan, siyah ve yarı-katı organik bir madde: Asfalt. Günümüzde taş, kum ve çakıl gibi maddelere tutkal görevi görüp dünyanın büyük kısmının üzerinde yaşadığı asfalt, yolların yapımında kullanılsa da; onun 5 bin yıllık tarihi, insanlığın neredeyse her dönemde yardımına koştuğunu ve birçok uygarlık için oynadığı kilit rolü gözler önüne seriyor.
Doğal yataklar veya rafine yoluyla elde edilebilen asfaltın kullanımına M.Ö 3 binlerde İndus Vadisi Uygarlığı’nda rastlıyoruz. Bugün büyük bölümü Pakistan topraklarında, bir bölümü de Hindistan ve Afganistan’da bulunan uygarlık; ekin topladıkları alanları işaretlemek için kullanmış asfaltı. Yoğun kıvamı dolayısıyla aşınmaz özelliğinin ön plana çıktığı bu ilkel kullanımlardan sonra, Sümerlerin asfalta bakışındaki değişimin onu daha çok günlük hayatımıza taşıdığını görüyoruz. Mezapotamya’daki evlerin; asfaltın tuğlalar arasında harç olarak kullanılmasından sonra daha dayanaklı hale gelmesi buna bir örnek. Dicle ve Fırat’ın kıyılarında kurulan kent devletleriyle birlikte, madenleri çok iyi kullanan bu toplum, gemilerin kaplamasını su geçirmez asfaltla yaparak balıkçılığın ülkesinde gelişmesine de zemin hazırlamış. Asfaltın dünya mirasına katkısını anlamak için ise; Antik Mezapotamya’daki bir diğer uygarlık olan Babillerin, Tevrat’ta ve Kur’an’da da geçen efsanevi Babil Kulesi ve Herodot’un dünyanın yedi harikasından biri seçeceği Babil’in Asma Bahçeleri gibi yapıları yine asfaltın yardımıyla yapmış olmasına bakmamız yeterli. Romalıların Asfalt Gölü olarak bildikleri Lut Gölü’nü asfalt için birincil kaynak olarak kullanan Mısırlıların ise asfalta mumyalama işlemi için ihtiyaç duyması, Selevkos İmparatorluğu ve Nebatilerin M.Ö 312’de bu madde için savaşmış olması kadar şaşırtıcı. Birçok devletin ekonomisi ve kültürü için vazgeçilmez bir kaynağa dönüşen asfaltın bu olumlu etkisinden; Uzakdoğu uygarlıkları da payını almış. Su geçirmez özelliği için kılıç kınlarında asfaltı kullanan Japonların ve Çinlilerin aynı zamanda evlerinin önündeki heykelcikler de asfaltın yardımıyla dökülmüş.
Orta ve Uzakdoğu uygarlıklarının gelişimi için vazgeçilmez bir konumda bulunan asfaltın Avrupa topraklarında ortaya çıkışını görebilmek için ise 1500’li yıllara kadar beklememiz gerekiyor. Asfalt ilk olarak Hırvatistan’ın Adriyatik Denizi’ne sahili olan Dubrovnik kentindeki gemilerin kalafatlanması sırasında karşımıza çıkıyor. Fransa’daki Temmuz Devrimi’ne kadar yalnızca Monsieur d’Eyrinys adında bir Fransız’ın asfalt kaynaklarına, asfaltın hava geçirmez tahıl ambarları ve benzeri şeyler için uygun bir madde olduğuna dair ufak bir bilgilendirmesini içeren kitapçık dışında kullanımına dair herhangi bir veri yok. Fransa 1830’dan sonra ani bir ivmeyle asfaltın kullanımını arttırmış ve bugünküne yakın haliyle yollar ve kaldırımlar için kullanmaya başlamış. O sıralarda Fransa’da keşfedilen onlarca doğal yatağın da (Osbann, the Parc, Puy-de-la-Poix) bu artan taleple bir ilgisi olmalı. Tam bu sıralarda İngiliz mühendis Walter Simms’i Fransa’da ziyarete giden Richard Tappin Claridge yol yapmak üzere 1837’in İngiltere’sinde asfalt kullanımı patentini almış. Bundan sonra kendi adına bir şirket kuran Claridge; İskoçya, İrlanda gibi ülkeler dahil Birleşik Krallık’ın birçok bölgesine yol yapmak için çalışmalara başlamış. Kısa bir süre içerisinde de Brighton, Herne Bay, Canterbury ve Kensington gibi kentlerde zemin asfaltla döşenmiş.
Fotoğraf sektöründe dahi ihtiyaç duyulan asfaltın Türkiye’deki tarihi ise çok eski değil. Osmanlı İmparatorluğu’nda Fransızların desteğiyle ilk asfalt çalışması yapılmışsa da yaşanan savaşlar nedeniyle yolların bakımı yapılamamış. Cumhuriyet döneminde Atatürk tarafından karayolunun önemi belirtmesine rağmen önceliğin demiryollarına verilmesi sebebiyle kullanılmayan asfalt, 1929’da Ankara’daki 200 km’lik yol yapımında tekrar sahneye çıkmış. Sonraları ABD’nin yardımıyla yapılan yolların, 1950’de Karayolları Genel Müdürlüğü’nün açılmasıyla sayıları artmış ama asıl hızı 1970’lerde kazanmış. Günümüzde ise, otomotiv sektörünün gelişmesi ve trafik yoğunluğu sebebiyle “bölünmüş yol” adlı program dahilinde, bölünmüş yol uzunluğunun 15.000 km’ye çıkarılması amacıyla yapılan çalışmalar devam ediyor.