Gündem

“Barış”ta 40 yıl geride kaldı

Tarih Haber / 20.07.2014

Akdeniz’in üçüncü büyük adası Kıbrıs… Jeologlara göre, epirojenez sırasında Anadolu’dan kopuyor. Zira toprak yapısı, iklimi, flora ve faunasıyla Kıbrıs, Anadolu’nun bir parçası adeta. Lakin dünya ülkeleri “Bu ada sizden kopmuş, buyurun sizin olsun” demiyorlar elbet. Kıbrıs, jeopolitik ve jeostratejik değeri nedeniyle tarih boyunca pek çok müdahaleye maruz kalıyor.

Doğu Akdeniz’in ortasına yakın bir yerde bulunan ada, konumu nedeniyle bölgenin kontrol merkezi gibi düşünülüyor. Akdeniz’den Orta Doğu’ya uzanan bütün yollar Kıbrıs’tan geçiyor. Orta Doğu’daki petrol ve maden rezervi göz önüne alındığında Kıbrıs’ın önemi kat be kat artıyor. Ayrıca burada deniz ve hava üssü olan güçlerin, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’e yönelik herhangi bir duruma kısa sürede müdahale şansı da var. Mustafa Kemal’in “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde olduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmış demektir. Kıbrıs’a dikkat ediniz, bu ada bizim için önemlidir” sözü, Kıbrıs’ın Türkiye için değerinin özeti gibi.

Peki, Kıbrıs Yunanistan için neden önemli? Kıbrıs’ın alınması, Yunan Megali Idea’sının gerçekleştirilmesi yönünde önemli bir adımın atılmış olması demektir. Yunanistan Kıbrıs’a sahip olursa yüzyıllardır hayalini kurduğu Türkiye’yi batı ve güneyden kuşatma imkanı elde eder, tehdit altında bulundurur, herhangi bir saldırı harekatı için yığınak bölgesi ve üs kazanmış olur. Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki hava ve deniz yollarını kontrol altında bulundurmasından mütevellit Yunanistan da bölgede söz sahibi olur. Ve buna benzer pek çok politik sebep…

1500’lü yıllardan itibaren pek çok buhranlı gün yaşayan, 1920’lerde siyasi kavgaların sıklaştığı Kıbrıs’ta Türkiye ve Yunanistan hükümetleri arasında yaşanan çatışmalardan ziyade toplumsal arbedeler 1960’lı yıllara dayanıyor. Lozan’da ve sonrasında yapılan görüşmelerde bir sorun olmaktan çıkarılmaya çalışılan Kıbrıs’ta sular aslında durulmuyor. 1963 yılında Rum polislerin Türk vatandaşları öldürmesi, aynı yıl içinde Rum jandarmalarının Türklere karşı saldırgan tavırları, iki ülke arasındaki gerginliğin tırmanmasına sebep oluyor.

24 Aralık 1963’te bir toplantı yapan Türk hükümeti, saldırıların devam etmesi durumunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ateşkesi sağlamak üzere adaya müdahale edeceği yönünde bir karar alıyor. Hükümetin kararını ciddiye almayan Kıbrıslı Rumlar saldırılarını sürdürüyor. Bunun üzerine, 25 Aralık 1963’te Türk savaş uçakları Lefkoşa üzerinde alçak uçuşlar yapıyor. Tek başına karar verme yetisi olup olmadığını yüzyıllar boyunca gösterememiş Yunanistan, yine İngiltere’ye başvuruyor. İngiltere arabuluculuğunda adada ateşkes sağlanıyor. Bir İngiliz generalinin komutasında üç garantör ülkenin askerleri “Barış Koruma Kuvveti” adı altında göreve başlıyor. 30 Aralık günü İngiliz general tarafından Lefkoşa’nın Türk ve Rum kesimini ayıran ve Rum saldırılarının durdurulduğu bir hat çiziliyor; yani meşhur Yeşil Hat…

1 Ocak 1964’te, Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Makarios’un 1960 yılında imzalanan Garanti Antlaşması’nı tek taraflı olarak fes ettiğini açıklamasıyla gerginlik yeniden başlıyor. Bu durum, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ne başvurmasına kadar gidiyor. Konsey’de Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün adaya gönderilmesine karar veriliyor. Lakin Barış Gücü, Kıbrıs Türklerine yardım edeceğine Rumlara yardımcı bir tavır içine giriyor.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki görüşmelerden sonuç alınamaması ve Türk köylerinin işgalinin devam etmesi üzerine TBMM acilen toplanıyor; 16 Kasım 1967’de Anayasa’nın savaş ilanına ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin 66. maddesine dayanarak Kıbrıs’a müdahale kararı alıyor. Ancak, dünyada olan tüm karışıklıkları çözme işine (!) kendini adamış ABD devreye giriyor ve Yunanistan’a Türkiye’nin şartlarını kabul ettiriyor. Türk harekatı durduruluyor.

Adada gerginliğin devam etmesi, Kıbrıs Türklerinin hem Rum askerler hem de Rum vatandaşlar tarafından kötü muameleye maruz kalması Türk hükümetine bir müdahale kararı daha aldırıyor. 20 Temmuz 1974’te Türkiye, Kıbrıs’a askerî harekat başlatıyor.

Türkiye’nin bütünlüğünün bir sigortası olan Kıbrıs, tavizkar davranıldığında kaybedilmeye mahkumdu; dolayısıyla harekat mecburiydi. Bu başarının adı merhum Bülent Ecevit ile anılsa da o yıllarda koalisyon ortağı Millî Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın harekat emrini veren kişi olduğu ifade ediliyor. Merhum Erbakan, Davam adlı kitabında bunu şöyle dile getiriyor: “Ecevit İngiltere’ye gidecek. İngilizlerin ne diyeceği belli değil. Biz hükümetin MSP kanadı olarak Ecevit Afyon’dayken Genel İdare Kurulu toplantımızı yapmış ve ‘Mutlaka müdahale edilmesi lazım’ kararını almıştık. Halk Partisi’nin önemli bir kısmı ‘Bu macera olur, sakın böyle bir şey yapılmasın. Bu bütün dünyaya savaş açmak demektir’ diyordu. Bu yüzden ne Bakanlar Kurulu olarak ne Millî Güvenlik Kurulu olarak kesin bir karara varılmıştı. Bununla beraber olayın gecikmemesi gerektiği için havaalanında askerlere ‘Yükleyin ve bu harekatı başlatın’ dedim.”

“Barış” adı altında yapılan bu harekat adaya gerçekten barış getirdi mi bilinmez; lakin adadaki Türkleri Rum baskısından ve zulmünden kurtardığı bir gerçek. Yunanistan’ın hem iç hem de dış politikasında pek çok olumsuz sonuç doğuran, Türkiye’ye ise dünya nezdinde bir saygınlık kazandıran harekat adada akan kanı da durduruyor aynı zamanda. Yunanistan’ın 21 Mart 1979 günü sarf ettiği sözler ise harekatın belki barış değil, ancak bir zafer olduğu anlamı taşıyor adeta: “Zürih ve Londra antlaşmalarına göre Kıbrıs’a yapılan Türk askerî müdahalesi yasaldır. Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirme hakkı olan garantör devletlerden biridir. Esas suçlular darbeyi hazırlayan ve icra eden ve bu suretle de bu müdahalenin koşullarını hazırlayan Yunan subaylarıdır.”

Yeni Haberler