Sultan Abdülaziz tahta çıktıktan üç yıl sonra Kahire’de dünyaya gözlerini açan Said Halim Paşa; Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu, “kanun tasarısı hazırlama” ve “yargı” olmak üzere iki görevi bulunan Şura-yı Devlet’in üyesi Mehmed Abdülhalim Paşa’nın da oğludur. 6 yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındıktan sonra, eğitimini özel hocalardan sağlayarak Fransızca ve Arapça dahil birçok dil öğrendi. Üniversiteyi İsviçre’de siyasi bilimler alanında tamamladı. 21 Mayıs 1888’de, II. Abdülhamid’in sivil paşalık rütbesi vermesinden sonra devletin yüksek kademelerinde görev aldı. Şura-yı Devlet üyeliğiyle başlayan bu süreç 2 yıl sonra Rumeli beylerbeyliği payesine yükseltilmesiyle devam etti. Hakkında yapılan suçlamaların saraya bildirilmesinin ardından Şura-yı Devlet’le bağını zayıflatarak kendini okumaya ve tarihi incelemelere verdi.
Said Halim Paşa, çocukluk yıllarından hatırladığı Mısır’a, Jön Türklerle ilişkisi olduğu iddiasıyla İstanbul’dan uzaklaştırıldığı dönemde, 1903’te geri döndü. Buradan, Jön Türklere maddi ve manevi destek vermek üzere Avrupa’ya gitti ve üç yıl içinde Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin müfettişliğine getirildi. II. Meşrutiyet’in ilanıyla beraber İstanbul’a döndükten sonra İttihat ve Terakki Fırkası listesinden yaşadığı yer olan Yeniköy’de belediye başkanı seçildi. Ardından İstanbul Belediye Genel Meclisi’nin ikinci başkanı oldu. II. Abdülhamid, Paşayı Ayan Meclisi üyeliğine tayin etse de, Paris’te İslamcılık üzerine çalışma yapabilmek için kısa sürede bu görevden aldı.
1909’daki İttihat ve Terakki Kongresi’nden itibaren, Said Paşa ve Mahmud Şevket Paşa kabinelerinde Şura-yı Devlet reisliği, Trablusgarp Savaşı dolayısıyla İtalyan hükümetiyle barış müzarekelerinde bulunma, sadaret kaymakamlığından kısa bir süre sonra sadrazamlık makamı ve Hariciye nazırlığını üzerine alıp hükümet kurma gibi Osmanlı Devleti için kritik görevleri 3 yıllık kısa bir dönemde üstlendi.
1. Dünya Savaşı arifesinde yaptığı sadrazamlık döneminde, Edirne’nin geri alınması konusundaki çalışmaları dolayısıyla Murassa İmtiyaz nişanını aldı. Sadrazamlığının göstermelik bir hale gelmesi ve Hariciye nazırlığından istifa etmesiyle sonuçlanan süreç kendisinin onayı olmaksızın Rusya’ya saldırıda bulunulması ve devletin 1. Dünya Savaşı’na girmesiyle başladı. Almanya’yla ittifak antlaşması da yine onun yalısında yapıldı. Sadrazamlık görevinden de o dönemin Dahiliye Nazırı Talat Bey’le aralarının açılması üzerine ayrıldı.
Hayatında iniş-çıkışın hiç eksik olmadığı Said Halim Paşa, 1919’da kendini Malta’daki Polverista esir kampında buldu. “Ermeni kırımı” sorumlusu olarak suçlandığı bu dönem, suç işlendiğine dair bir delil bulunamadığından 2 yıl sonra serbest bırakılmasıyla bitecek ama Roma’da yaşadığı konağın önünde Ermeni Arşavir Şıracıyan tarafından öldürülmesine kadar bir daha İstanbul’a dönmesine izin verilmeyecekti. Naaşı ise İstanbul’a getirilerek 29 0cak 1922’de II. Mahmud Türbesi bahçesinde babasının yanına gömüldü.
Osmanlı’nın çöküş yıllarında yaşamış İslamcı düşünürler arasında oldukça öne çıkan Said Halim Paşa, eserleri ve fikirleriyle de döneminin en can alıcı konularına İslam perspektifi içinden dokunmuş, kurtuluşu Batıcılıkta gören anlayışı hayatı boyunca yermiştir. Döneminde, Batı karşısında, İslam aleminin geri kalmışlığını önleme konusunda giderek artan ümitsizlik, diğer düşünürler gibi Said Halim Paşa’nın omuzlarına da ağır yükler yüklemiştir. Avrupa’nın millileştirilerek toplumumuza adapte edilmesi gerektiğini dile getiren Paşa, çeviri bir anayasının halk için hayatı kolaylaştırmak bir yana daha da karmaşık ve zorlu bir yola sokacağını belirtmiştir. Dönemin bir başka düşünürü Ziya Gökalp’in aksine, etnik kimliklerin İslami esaslar içerisinde erimesi gerektiğini savunmuş aksi takdirde İslam’ın uluslararası olma özelliğini kaybedeceğini söylemiştir. Paşa’ya göre geri kalmışlık ahlaki ve içtimai değildi. Batı’nın Doğu zenginliklerinden istifa etmesi üzerine yaşanan iktisadi çözülmedeydi ve telafisi mümkündü. Metafizik ve felsefe alanında tıkanmış Doğu halkı için de bu kurtuluşun müsbet ilimler olduğunu dile getiren Said Halim Paşa’nın, dinin ilerleme ve gelişmeye karşı olduğuna dair itirazlara, İslam’ın gelişme yeteneğinin olmaması değil halihazırda mükemmel bir halde bulunması gibi cevaplarla karşılık vermiştir.