Önceleri, vakti belirleme ihtiyacıyla kainatın şaşmaz devinimlerini takip ettik. Yalnız, toplum hayatı karmaşıklaşması, sivil örgütlenmenin ve insanlar arası ilişkinin çoğalmaya başlaması zamanı tarif etmeye yarayan ortak bir dil gereksinimini kaçınılmaz kıldı. Bu sorun, matematikçileri ve astronomları uzun süre meşgul ettikten sonra, kusurlu da olsa güneşin düşürdüğü gölge açılarıyla zamanı belirleyebileceğimiz saatler çıktı ortaya. Özellikle M.Ö 4000’lerin Mısır kentini görseydik ona rahatlıkla saatlerin başkenti diyebilirdik. Yıllar ve şehirler değiştikçe, sorunun çözümü çeşitlenmeye ve özgünleşmeye de başladı.
Toprağa saplanan düz bir dalın düşürdüğü gölgeyi kullanan güneş saati, anlaşılacağı üzere geceleri ya da kışın pek bir anlam ifade etmiyordu. Işığa olan bağımlılığımızı, üzerinde hakim olabileceğimiz başka bir şeyle kırma gayretlerimiz sonucunda, suyun bir kovadan başka bir kovaya damlamasının da aynı sürelerde olacağı fikriyle başka bir saat türü keşfettik. Ateş elementinin bu konuda nasıl yardımcı olacağını düşünenler, bir mumun erimesini cetvelle ölçmeye kalktı ve bu kolay çözüm kısa sürede yaygınlık kazandı. Tabi yalnızca bir günün hangi kısmında olduğumuzu değil, bir işin veya olayın ne kadar sürede yapılacağını da merak ettik, hatta ihtiyaç duyduk. Kumun iki bölmenin arasındaki ince bağlantıdan akmasını birim süre olarak kabul eden kum saati de bu tip işlerde uzunca bir dönem ihtiyacı karşıladı.
Bu uğraşımız; temel gelişmesini, aklımızdaki genel saat görüntüsünü oluşturan mekanik türünde yaşadı. Mekanik saatler, bu sebeple insanlık tarihinin de bir yansıması haline geldi. Dijital saatlere kadar gelen bu sürecin başlangıcı, yani, bizi zamanı bu kadar hassas belirlemeye iten şey inançlarımız için gereken hatasız hesaplama isteği ve zorunluluğuydu. Rakkaslı bir saati ilk keşfin Papa İkinci Silvestr tarafından yapılması ya da günü eşit aralıklar halinde bölen ilk saatin Milano’da bir kilise üzerinde olması bu yüzden şaşırtıcı değil. Kiliseler çanları yardımıyla ortaçağ Avrupa’sına saati hatırlatırken, el-Harizmi de namaz vakitlerini belirlemek için yoğun çalışmalar yapıyordu. Harizmi’den sonra yaklaşık 300-400 yıl boyunca çeşitli güneş ve su saatleri üretildi. İbn el-Hatib, İbn el-Muhallebi ve özellikle el-Cezeri’nin özgün saatleri Ortaçağ İslam saatlerinin ana karakterini belirledi.