Bakmayın siz Türkiye’de öyle durmadığına, dünyada en yaygın ulaşım araçlarından bir tanesi bisiklet. Otomobiller ve toplu taşıma araçlarının yanında kendine has yolları olan, kat be kat daha çevreci olan bisiklet bu coğrafyaya nedense bir türlü uyum sağlayamamış. Motorlu taşıtların rahatlığından mı yoksa karayolunun bu çevrede bir hayli tehlikeli olmasından mı bilinmez, biz pek rastlamayız bisikletlilere ve bisikletlere bir ulaşım aracı olarak.
İnsanların modern dönemlerde, özellikle mesafelerin artması ile birlikte ulaşımlarını sağlayabilmek için birçok değişik yöntem denediği aşikar. Bu yöntemlerin en eskilerinden birisi de, kendisini pek belli etmese de bisiklettir. Günümüzdeki halinden epey uzak bir şekilde ilk olarak 17. yüzyılın ortalarında Jean Theson tarafından bisiklete benzeyen bir aracın patenti alınmıştır. İlk zamanlarında ata ihtiyaç olmadan insanların ulaşımı sağlamayı hedefleyen bisikletler ile günümüzde kullanılanlar arasındaki tek benzerliğin iki tekerleğin kullanılmasıdır. Pedal ve zincir sistemi bulunmayan ‘ilkel’ bisikletlerde hareket, kullanan kişinin kendisini ve bisikleti yürütmesi ile sağlanıyordu (evet, Çakmaktaşların kullandığı arabaya benziyordu). Bisiklete pedal ve zincir sistemini kazandıranlar ise Pierre ve Ernest Michaux olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, hem pedalı hem de zincir sistemi olan bisikletler, 1600’lerde alınan ilk bisiklet patentine göre günümüzdekilere daha çok benzemektedir. Michaux’ların üretmeye başladığı bisiklet zamanla daha popüler olmuş ve sadece Fransa ile sınırlı kalmamış, Avrupa’ya da yayılmaya başlamıştır.
Osmanlı’ya bisiklet ise 1800’lü yılların sonunda bir Avrupalı ile gelmiştir. Tarık gazetesinin 1855 yılındaki bir sayısında Thomas Stefance adlı bir kimsenin bisiklet ile İstanbul’a geldiğini yazıyordu. Osmanlı toplumu ilk olarak bu haber vasıtasıyla bisikletle tanıştı. Bu tanışıklığı ise gelecek yıllarda daha ileriki boyutlara taşıyacaklardı. Aynı yüzyılın özellikle sonlarına doğru Osmanlı topraklarında bisiklet yarışları düzenleniyor ve büyük bir ilgiyle karşılaşıyordu. Bu ilgi kısa süreli yasaklarla azalsa da II. Meşrutiyet’in ilanından sonra hem bisikletin kendisine hem de yarışlarına olan ilgi artmaya devam etti.
Profesyonel bağlamda özellikle 1923 yılında Bisiklet Federasyonu’nun da kurulmasıyla daha da önem kazandı bisiklet sporu. Şimdilerde Türkiye, düzenlediği uluslararası ve ulusal bisiklet yarışları ile kendisinden söz ettirmekte. Lakin, kişisel kullanım olarak Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında bir hayli geride kaldığını da kabul etmek gerekir. Şimdilerde sporcular dışında bisiklet, belki yazlık beldeleri belki de Büyük Ada’yı hatırlatan bir aletten ibaret.
Kaynakça
Bisiklet Federasyonu
David V. Herlihy, Bicycle: The History
Kudret Emiroğlu, Gündelik Hayatımızın Tarihi