Kitap Dünyası, Okuma Kılavuzu

Cemil Meriç okuma kılavuzu

Sezgin Çevik / 16.02.2015

Türk düşünce dünyasını konu alan bir yazıya göz attıysanız ve fildişi kule ibaresiyle karşılaştıysanız o yazının bir yerlerinde Cemil Meriç ismine rastlamamanız ihtimal dışıdır. Çünkü düşünce dünyamızın en müstesna şahsiyetlerinden biri olan Cemil Meriç, kültür alanında sergilenen oyunlardan uzak kalmayı tercih ettiği için entelektüel ortamdan dışlanmakla kalmamış, doğru bildiği yolda ilerlemesine bir şekilde devam edebildiği için fildişi kuleden konuşmak suçlamasına maruz bırakılmıştır. Oysa Türkiye’de düşünsel alandaki gelişmelere Meriç kadar hakim bir başka entelektüele rastlamak neredeyse imkansızdır.

Şehbenderzade’den Said Nursi’ye, İsmet Özel’e; Abdullah Cevdet’ten Hilmi Ziya Ülken’e, Şerif Mardin’e kadar tüm isimler onun engin tecessüsünden nasibini almıştır. Dahası, kendi entelektüel birikimini Türk okuyucusu ile paylaşabilmek için inanılmaz bir çaba sarf etmiştir Cemil Meriç. Türk okuyucusu Hint Edebiyatı üzerine bildiklerini ona borçludur. Nasıl Saint-Simon’u onun aracılığıyla tanımış, İbn-i Haldun’u onun sayesinde daha iyi değerlendirebilme şansına erişebilmişse.

Meriç’in bir kulede yaşıyor olmanın rahatlığına sığındığını iddia etmek, eğer söylediklerinin değerini azaltmaya yönelik ucuz bir karalama değilse, düpedüz bir yanılsamadır. Doğrudur; gündelik tartışmalar Cemil Meriç’in ilgi alanına dahil olmamışlardır hiçbir zaman; fakat bu, onun toplumsal sorunlarla ilgilenmediği anlamına gelmez. O, bu ülkenin haysiyet sahibi bir ferdi olarak, Türkiye’nin en temel sorununun ne olduğu üzerine odaklanmış ve bu sorunun cevabını aramakla geçirmiştir yıllarını. Genelde sosyal bilimlerdeki, özelde sosyolojideki gelişmelerden söz ederken de, Marksizm’i diğer Batılı ideolojilerden ayrı tutarken de, İslam olmanın ayrıcalığına dikkat çekerken de Türkiye’nin Tanzimat Fermanı sonrası içine düştüğü/düşürüldüğü düşünsel kaos ortamından kurtulmanın ipuçlarını verecek imkanları yakalamanın peşindedir. Bu nedenle de düşünce serüveninin belki de ilk önemli eserinin adının Bu Ülke olması sebepsiz değildir. Cemil Meriç, temel olarak bu ülke için neyin hayırlı olduğunu anlama ve anlatabilme kaygısını sürekli olarak omuzlarında taşıyan bir entelektüel olarak sürdürmüştür hayatını.

Ülkemizde her haysiyet sahibi yazarı bekleyen doğal son Cemil Meriç’i de bulmakta gecikmemiş ve Meriç iflah olmaz bir yalnızlığa itilmiştir. Diliyle, zevkiyle, heyecanıyla Büyük Doğu ekolüne yakın olduğunu, düşüncelerinin ise Yön çevresiyle paralellik gösterdiğini ifade eden yazar, çabalarının karşılığını ne sağ cenahtan ne de sol cenahtan alabilmiştir. Türkiye’de düşünsel alanda her kesimden insanın yazdıklarına açık olması, onun sağcılar tarafından fazla solcu, solcular tarafından fazla sağcı bulunması ile neticelenmiştir. İslamcılar açısından ise Cemil Meriç’in düşünce macerası, kendi konumlarını haklılaştırmalarına gerekçe sağlayan bir malzeme olmanın ötesinde bir anlam kazanamamıştır. Dolayısıyla Meriç’in ülkenin kurtuluşuna yönelik çalışmaları, ülkenin sahibi olma iddiası taşıyan çevrelerden gerekli desteği görmemiştir.

Cemil Meriç’in ayrıksılığı tarafgirlikten uzak tutumuyla sınırlı kalmaz. Batı düşüncesine son derece hakim oluşuyla da pek çok çağdaşından ayrılan yazar için, söz konusu hakimiyet -aynı ayrıcalığa sahip olan pek çok entelektüelimizin yaptığının aksine- yazılarında bir böbürlenme vesilesi olarak ortaya çıkmadığı gibi, bir malumat istifçiliğine de yol açmaz. Bilakis, bildiklerini konunun heveslileriyle paylaşmak niyetindedir her zaman. Daha da önemlisi, Batı edebiyatını, düşüncesini değerlendirirken ayaklarını bu ülkenin topraklarına bastığını hatrından çıkarmaz. Bunu ihsas ettirir de. Karl Marx’ı da Türkiye’den okumaya, anlamaya özen gösterir, Jean Paul Sartre’ı da.

Bu nedenle olsa gerek, çoğu Türk entelektüelinde Batı edebiyatına yönelik körü körüne hayranlık yahut da tümden bir reddediş şeklinde beliren aşağılık kompleksinin zerresine rastlamanız mümkün değildir Cemil Meriç’te. Doğu ve Batı kültürünün farklı dinamiklerden beslendiğinin, farklı istikametlere yöneldiğinin farkındadır ve Batılı metinlerin Türkiye için ne anlamı olabileceği noktası üzerinde yoğunlaşır. Bununla birlikte ve bunun bir sonucu olarak Türkiye’de okuyucunun kuramla arasının pek hoş olmaması gösterilebilir. Kendisine bütünsel bir bakış açısı kazandırabilecek metinlerden çok, gündelik hayatta işine yarayabilecek, kendi tarafını haklılaştırmasını sağlayacak, karşı tarafı alt etmede kullanılabilecek argümanlar peşinde olan okuyucu, doğal olarak Cemil Meriç’i değil de Necip Fazıl’ı, Peyami Safa’yı, Çetin Altan’ı tercih etmiştir.

Sağ-sol ayrımının büyük ölçüde tedavülden kalktığı günümüzde de değişen çok fazla bir şey yoktur. Cemil Meriç, yazılarının beslendiği teorik olgunluk sebebiyle değil, metinlerindeki albenili satırların yüzü suyu hürmetine okuyucu bulmaktadır. Oysa bir düşünürün kaleme aldığı eserlerin cımbızlanması yoluyla bir sonuca varılamayacağı çok açıktır. Hele bu düşünür Cemil Meriç ise. Çünkü Türk düşüncesinin en keskin kalemlerinden biri olan Meriç, bir nesneye sevgisini ya da nefretini gösterirken kalemin keskinliğini sınır tanımadan kullanır. Bu da, parlak satırlar peşinde iz süren okuyucu için yanıltıcı olabilir.

Bir sayfada Osmanlı’yı öven yazarın, bir başka sayfada Osmanlı’yı yeriyor olması pekala mümkündür. Bu durum, bir Cemil Meriç portresini zihinde berrak bir şekilde oluşturamamış sıradan okuyucu için, yazarın kafasının karışık olduğu düşüncesine yol açabilir. Halbuki Meriç’in bulunduğu yerden bakıldığında sözü geçen övgü ve yergilerin birbirleriyle çelişmediği görülür. Herkese ve her şeye hakkını teslim etmenin önemine inanan yazar, adalet duygusunun gereğince davranmaktadır. Bu nedenle de yazarın düşünce macerasını özümsemeden kestirme sonuçlara varmak okuru bir yere götürmeyecektir.

21. yüzyıla girişimizi kutlayalı fazla olmadı. Tanzimat Fermanı’nın ilan edilişinden bu tarafa ise bir buçuk asır geçti. Fakat hâlâ kaybettiğimiz zihinsel cesareti yeniden kazanabilmiş değiliz. Daha da kötüsü, bu cesareti gösterebilen aydınlarımız kılavuzluğuna da teslim olmuyoruz. Oysa yolunu yitirmiş bir ülke, kendi sahici aydınlarının yol göstericiliğine baş vurmadan kurtuluşa eremez. Türkiye’nin yetiştirdiği sayılı aydınlardan biri olan Cemil Meriç de Türk okuyucusu tarafından bu bakış açısıyla değerlendirilmeli ve okunmalıdır.

İlk telif eseri Balzac üzerine küçük bir incelemedir. Hint Edebiyatı (1964) daha sonra Bir Dünyanın Eşiğinde başlığıyla iki kez daha basıldı. Saint-Simon, İlk Sosyolog İlk Sosyalist (1967’de çıktı. 1974, 2. baskı), Mağaradakiler (1978, 2. baskı), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikâyesi (1981), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1986) diğer eserleridir. Balzaz’tan yaptığı tercümelerin ilki 1943’te yayımlandı. Fransız edebiyatından yaptığı tercümelerin yanısıra, Uriel Heyd’in Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (1980), Thornton Wilder’ın Köprüden Düşenler (1981) ve Maxime Rodinson’un Batı’yı Büyüleyen İslâm (1983) adlı eserlerini de Türkçe’ye kazandırdı. Cemil Meriç’in “Bütün Eserleri” toplu halde basılırken, 1960’lardan 80’lere kadar tuttuğu günlükler ve bazı mektupları da yayımlandı: Jurnal 1 (1992) ve Jurnal 2 (1993).

Bu Ülke
Cemil Meriç’in Türk düşünce dünyasına kazandırdığı ilk büyük eserdir Bu Ülke. Gerçi Bu Ülke’nin öncesinde, 1964 yılında Hint Edebiyatı (ki sonradan Bir Dünyanın Eşiğinde adıyla yeniden basıldı) ve 1967 yılında Saint Simon, İlk Sosyolog İlk Sosyalist kitapları yayımlanmışsa da söz konusu iki kitap okuyucu için Doğu ve Batı düşüncesinin köklerini anlama yolunda iki önemli kılavuz olmalarının yanında, düşünürün kendi arayışının hangi konaklara uğradığının göstergesi olarak ele alınabilir. Bir yandan Hint edebiyatını irdeleyerek Doğu düşüncesinin kökenlerine doğru bir yolculuk yapan yazar, diğer yandan da modern Batı düşüncesinin ilk uğraklarından biri olan Saint Simon’u mercek altına alarak Doğu dünyası için fazla Batılı, Batu dünyası için fazla Doğulu bir ülkenin aydını olarak yönünü belirleme çabası içine girmiştir. 1974 yılında yayımladığı Bu Ülke ile Meriç, tercihini ne Doğu’dan ne Batı’dan yana, hem Doğu’dan hem Batı’dan yana, bu ülkeden yana kullandığını ilan etmiştir. Kitap, Türkiye’nin ana hatlarıyla kültürel haritasını çizme niyetindedir. Fakat, cihan imparatorluğundan modern ulus devlete geç(emey)işin sancılarını yaşayan bir ülkenin kültürel haritasını çizme çabasının bir aydın için, basit bir fotoğraf çekme eyleminden fazla bir şey olduğu gerçeğinin -fotoğrafın çok flu çıkacağı açıktır- ayrımında olan Cemil Meriç, haritanın imparatorluğun son zamanlarından günümüze kadar (1970’ler itibariyle) nasıl bir değişim gösterdiği ve bu değişimlerin hangi sonuçlara yol açtığı noktalarını da hesaba katmıştır. Dolayısıyla Bu Ülke, düşünürün sosyolojik tespitlerinin yanında tarihle ve kimi kavramların tarihsel süreç içerisinde gösterdiği farklılaşmayla hesaplaşmasını da içerir. Türkiye, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte tavrını Batı medeniyetinden yana koymuş bir ülke olduğu için, bu hesaplaşmaların çokluk Batı düşüncesinin Türkiye’de ne anlam taşıdığı üzerine yoğunlaşması kaçınılmazdır. Her vesileyle Türk olmanın, sözün gelişi Alman olmaktan ya da Fransız olmaktan başka bir şey olduğunun altını çizen Meriç, Türk kalarak neler yapılabileceği sorusunu merkezde tutmaya özen gösterir. Ne var ki Bu Ülke’de sorunun cevabı verilmez. Kitap, aynı duyarlılığa sahip birilerinin bulunup bulunmadığını anlamaya yönelik bir mesajdır. Bu mesajın öneminin 1970’lerden bugüne eksilmediğini, bilakis arttığını düşünenler için Bu Ülke değerini hâlâ korumaktadır.

Sosyoloji Notları
Sosyolojinin gerek Türkiye’deki gerek Batı’daki seyrini çok iyi bilen bir düşünür olan Cemil Meriç, sosyoloji biliminin Türkiye için hangi açılımlara imkan sağlayabileceğine işaret etmeye çalışmıştır. 1993 yılında İletişim Yayınları tarafından ilk baskısı yapılan Sosyoloji Notları ve Konferansları kitabı, yazarın bu çabasının zaman içinde nasıl bir seyir gösterdiğini takip edebilmek açısından da dikkate değerdir. İlk yıllar itibariyle Batı düşüncesinin temel kavramlarını (öğrencilerine) tanıtmaya ve bu kavramların Türkiye’deki karşılıklarını/Türkiye’de nasıl algılandıklarını göstermeye özen gösteren Meriç, ilerleyen yıllarda -Sosyalizmin bu topraklar için bir imkan olarak belirmesinin de katkısıyla- bir Marksizm hesaplaşmasına girişmiştir. Konunun siyasi boyutuyla ilgilenmemiş, zamanın bu popüler ideolojisinin ülkemiz açısından ne anlama geldiği üzerinde durmaya özen göstermiştir.

1970’lerin ikinci yarısından itibaren ise (kitapta konferansların bulunduğu ikinci bölüme karşılık gelmektedir) Cemil Meriç, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu gerçeğini sıklıkla dile getirir olmuş, bu gerçek hesaba katılmaksızın yapılacak sosyolojik çözümlemelerin anlamsız olacağı yargısının altını çizmiştir. Meriç’in Sosyoloji Notları ve Konferansları kitabı, bir düşünürün sosyal konulara nasıl yaklaştığını gösteren bir belge olmasının yanı sıra, sosyolog olmanın Batı dillerinden alıntılar yaparak konuşmaktan fazla bir şey olduğunu fark etmiş entelektüel adayları için önemi göz ardı edilemez bir kaynak eserdir.

Kültürden İrfana
İnsan Yayınları tarafından 1986’da basılan kitap, Cemil Meriç’in gerek Ötüken gerek İletişim Yayınları’nca belirlenmiş iki farklı imajını da gözden geçirmeyi gerektirecek bazı özellikleri taşır. Bu kitapta Türk düşüncesinin büyük dehası, arayışlarının nesnel karşılığını iyice belirlemiş görünmektedir: İslam irfanı. Bu kitabıyla kültürden irfana geçtiğini, kitabın başına koyduğu röportajda belirten Meriç için kitap, bu programın ilk adımıdır. Meriç’in önceki eserlerinde hakim olan Batı/Doğu veya Batı/Türkiye karşılaştırmasının yerini kitapta Batı/İslam, daha doğrusu Batı kültürü/İslam irfanı karşılaştırması almıştır. Kitabın ilk iki bölümü bu durumun açık göstergesi olarak değerlendirilebilir. İlk bölümde “kültür”, “medeniyet”, “ideoloji” gibi kavramların Batılı açıklamalarından antropoloji ve sosyolojinin anlamına ve buradan da oryantalizmin İslam karşısında takındığı tavra gelen yazar, ikinci bölümde buna karşı nasıl bir cevap verilmesi gerektiğini Osmanlı’nın son döneminde yazılan İslam Tarihi, İslam Medeniyeti gibi kitapları inceleyerek belirlemeye çalışmaktadır.

Kültürden İrfana ile Cemil Meriç’in 1980’lerin başında iyice belirginlik kazanan İslamileşme/yerlileşme arayışlarına yakın durduğu ve bu arayışlara gerek kültür gerekse irfan başlığı altında katkıda bulunduğu söylenebilir. Meriç’in aynı tavrı Kültürden İrfana’dan iki yıl önce Pınar yayınları arasından çıkan Işık Doğudan Yükselir başlıklı kitabında da benimsemiş olduğunu da ayrıca belirtmekte fayda var. Bu iki kitabın, on yılı aşkın zamandır “Bütün Eserleri” başlığı altında yayımı sürdürülen Cemil Meriç külliyatına henüz dahil edilip yeniden basılmamış olmasını tuhaf bulduğumuzu da belirtelim.

Jurnal
Pek çok okuyucu, yazarların, özellikle de ünlü yazarların, sıradan insanlardan farklı bir hayat sürdüğünü düşünme eğilimindedir. Yazma işinin her insanın altından kalkabileceği türden bir iş olmadığı gerçeğinin farkındadırlar ve bu nedenle kendilerini hayretlere düşüren satırları kaleme almış birinin farklı türden bir yaratık olması gerektiğine inanırlar. Bu inançları, onları bir yandan yazar(lar)a saygı duymaya zorlarken, diğer yandan da kendilerinde olmayan bir üstünlüğe sahip olmalarından dolayı bu olağandışı insanlara haset etmeleri sonucunu doğurur. Önemli yazarlarla yapılan röportajların, onların anılarının, okuyucunun yaşadığı hayranlık-haset geriliminden kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü okur bunların aracılığıyla yazarın etten kemikten yapılma bir insanoğlu olduğunu görme şansına sahip olarak, deyim yerindeyse teselli bulur. Cemil Meriç’in eserleri arasında belki de en hafifi olan Jurnal’in, Meriç’in diğer kitaplarından daha fazla okuyucu bulması da bu şekilde değerlendirilebilir. Türk düşünce dünyasının içeriğine nüfuz edilmesi en zor yazarlarından biri olan Cemil Meriç’in Jurnal’inde, yazarın belki çok yakın çevresinden bile esirgemiş olduğu iç dünyasındaki çekişmelerin izini bulmak mümkündür ve bu türden metinler okuyucu için hazine (?) değeri taşırlar.

Okuyucunun tavrı anlaşılabilir olmakla birlikte, ciddi bir yayınevinin, Cemil Meriç kadar önemli bir yazarın tüm kitaplarını yayımlamaya başlarken Jurnal’den yana kullanması affedilir hata değildir. Çünkü böylesi bir diziden çıkan ilk kitap okuyucular tarafından çokluk yazarın en önemli kitabı olarak görülme eğilimindedir ve zaten bir esrar perdesi aracılığıyla üstü örtülmüş bir yazarın en önemli eseri olarak okuyucuya günlüklerinin, mektuplarının sunulması ciddi yayımcılık ilkeleriyle bağdaşmaz. Jurnal’i okuyarak sağlıklı bir Cemil Meriç portresi elde etmek mümkün olmaz. Ancak cebren ve hile ile inzivaya sürüklenmiş bir Türk düşünürünün yakınmalarına ve aykırı bir yazarın iç dünyasındaki gizli (ve bana kalırsa gizli de kalması gereken) dalgalanmalarına şahit olabilirsiniz. Eğer özel hayat diye bir olgunun varlığına inanıyor, onun sınırlarını zorlamanın bir yarar sağlamayacağını düşünüyorsanız, lütfen Jurnal’i okumayın.

Yeni Haberler