Kitapların rulo halde kullanıldığı dönemde, kağıtları birarada muhafaza etme ihtiyacı yoktu. Romalıların hüküm sürdüğü yıllarda, tomar halinde olan bu kağıtlar yerini diktörtgen kesilmiş kodekslere bıraktı. Üzerinde yazı olan kağıdın bu şekilde kullanılması, beraberinde bu kağıtların dağılması veya sırasının karışması problemini doğurdu. Cilt kaplama işi, işte bu ihtiyaçlar üzerine, çağlar boyu başvuralacak bir yöntem olarak ortaya çıktı.
4. yüzyılda ciltçilik yavaş yavaş yaygınlaşmaya başladığında, papirüsler basit bir tasarımla, gösterişten uzak bir şekilde meşinle kaplanıyordu. 8-9. yüzyıla gelindiğinde, Mısır ve Orta Asya topraklarındaki bazı mücellitler, kitapları deriyle kaplamaya ve üzerlerini bıçakla oyarak, yaşadıkları bölgelere özgü bitkisel motifler çıkarmaya başladılar. Kitabın önemine veya harcanan emeğe göre, bazıları altınlanmış deri kullanarak kapakları daha da çekici bir hale dönüştürdü. Bu dönemde varlığını sürdüren Tolunoğulları, İslam cilt sanatında bilinen ilk örnekleri vermeye başladılar. Selçukluların Anadolu’ya hakim olması ise, başta bu sanata klasik çağını yaşatacak Osmanlı Devleti olmak üzere Memlükler, İlhanlılar ve Karamanoğulu beyliklerini büyük oranda etkiledi. Bir bezelyenin açılımını andıran ve zamanla hayvansal bir kimlik kazanmış Rumi üslubu, uzun yıllar süren bu etkinin mimarı olmuştu.
Teknik özelliklerinden çok malzeme ve süslemelerine göre sınıflandırılan cilt üslupları, Rumi’nin yanında Hatayi, Arap, Herat, Memlük ve Buharay-ı Cedid’i de içinde barındırır. Ortaya çıktığı bölgenin ismiyle anılan bu üsluplar arasında Hatayi üslubunun sona ermeye başladığı dönemde, Timurluların sanat merkezi olan Herat’ta, Türk ve İranlı ustaların geliştirdiği Herat üslubu, gerek bitkisel ve hayvansal motiflerin birarada kullanılması gerekse kompozisyonundaki genel orantı itibariyle en zengin üsluplardan biridir. Kenarlarında zencirek ve bordürün mutlaka kullanıldığı Mağribi uslübu ise yuvarlak ve geometrik şekilleriyle özgünleşen Arap tarzının bir uzantısı olarak Endülüs, Fas ve Sicilya’da kullanılmış, bu bölgeler yoluyla Avrupa ciltçiliğini önemli oranda etkilemiştir.
Üsluplarda olduğu gibi cilt çeşitleri de yine süslemeleri ve malzemeleri baz alınarak sınıflandırılırdı. Deri, bu alanda en çok kullanılan malzeme olduğu gibi çeşitli şekillere de imkan vermiştir. Şemse, derinin üzerine en yakışan ve en çok kullanılan motif olmuş, kabartılan yazı veya deri başka renklerde kullanılarak birçok farklı tür meydana gelmiştir. Bunun yanında zilbahar ciltler, kendine has görüntüleriyle dikkat çeker. Bu tip ciltlerde altın varak kullanılır, dört dilimli yaprak motifi ve parmaklık şeklinde çizgilerin çekilmesiyle de diğer çeşitlerden özgün bir şekilde ayrılırdı. Deri üzerine işlenen diğer cilt çeşitleri, bezemelerin yapıldığı malzemelere ve motiflerin türüne göre belirlenirdi. Derinin yanında mukavva üzerine keten çekilerek yapılan kumaş cilt ve kadifeyle kaplanmış olan çarkuse ciltler dışında, ebrulu, murassa ve lake cilt türleri bulunur. Ebru, 15. yüzyıla kadar dayandığı geçmişiyle cilt sanatı için hep özel bir konumda olmuş, dikkat çekici tekniğiyle mücellitler tarafından çokça tercih edilen şık bir tür olmuştur. Mücevherli cilt anlamına gelen murassa tipi ciltler, daha çok Kuran-ı Kerim için yapılan birer kuyumculuk şaheserleridir. Altın, fildişi, yakut, zümrüt ve inci gibi malzemelerin kullanılması dolayısıyla maddi kıymeti oldukça yüksektir. Lake ciltler ise yapımında vernik kullanıldığından pürüzsüz bir yüzeye sahip olmasıyla değerlenmiş, ilk örnekleri Timurlular zamanında verilmiştir.