Batı şiiri ülkemize geçtiğimiz yüzyılda Fransız romantikleriyle girmişti. Türkiye’nin Batıyla ilişkilerinin eğitimden hukuka, iktisattan toplum örgütlenmesine kadar Fransa üzerinden gerçekleştirilmiş olması bunu belirlemiştir sanıyoruz. Ruslarda olduğu gibi bizde de yakın zamanlara kadar yabancı dil denilince Fransızca anlaşılıyordu. Romantiklerden simgecilere, simgecilerden gerçeküstücülere kadar Fransız şiirini yakından izlemiş olduğumuz söylenebilir. Şiirde modernlik ve modernizm anlayışımızı önemli oranda Fransız modeline göre oluşturmuşuz. Ne var ki, 1950’lerle birlikte bir anda Baudelaire ve Mallarmé’nin yerinde Eliot ve Pound’u, Amerikalı modernistleri buluyoruz, o dönemin öncü dergilerinin eğilimlerine, yaptıkları tercümelere bakarsak. Daha sonraki yarım yüzyıllık süreçte Batı, Modernizm, Yabancılar vs. deyince şiirde artık aklımıza önce Eliot ve Pound merkezindeki İngiliz-Amerikan şiiri, daha sonra Fransız ve Alman ve diğer Batı ve ondan sonra da Füruğ ve Nızar Kabbani önde olmak üzere Fars ve Arap şiiri, en son olarak da geri kalan dünya şiiri gelecektir. Batı ve Dünya şiiri kitaplığımızın bu şekilde yeniden düzenlenmesi yeterince tartışılmamıştır. Fakat bu arada yedi sekiz ayrı tercümesi olan bir eser kazanmaktan da geri durmamışız: Çorak Ülke. 1888 doğumlu bir Amerikalı olan ve hayatının ilerleyen yıllarında İngiliz tabiyetine geçen, bir kralcı ve anglo-katolik olduğunu açıklayan, modernist icat ve keşiflerini dinî eserler vererek toplumsallaştırmaya çalışan T. S. Eliot’ın modernizmiyle dinselliği arasında bir yerde duran bu eser hem dünyada hem de Türkiye’de şiirin cazibe merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor. Hiçbir tercümesi diğerlerini eleyerek zirveye oturamamış olsa, dolayısıyla da şudur diye gösterilecek bir Çorak Ülke’ye henüz sahip olamamış olsak da kitap bilhassa seçkin okuyucunun favorileri arasındadır. Charles Baudelaire’in Kötülük Çiçekler’i, İsmet Özel’in Erbain’i, Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri, Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil’i gibi T. S. Eliot’ın Çorak Ülke’si de popülerle avangard arasındaki alımlanışını koruyarak eskitilmesi zor kitaplardan biri olduğunu sessizce fısıldamayı sürdürüyor. Kitabın Türkçeye ne kadar yansıtılabildiği, şairler ve eleştirmenlerce ne oranda çözülebildiği, tercümelerinin okuyucuya ne derecede zevk verebildiği ise tartışmaya değer konular.