Kafka, diğer Alman(ca yazan) roman ve hikaye yazarlarını algıladığımız kanaldan algıladığımız bir yazar değil. Bir Thomas Mann’ın kişiliği ve hayatıyla ilgilenmeden de pekala eserlerini yoğun bir şekilde okuyabiliriz. Bir Hermann Hesse bütün ironikliği veya mistikliği içinde bize kişi olarak çok fazla çekici gelmez. Kafka’ya tanıdığımız başrolü Heinrich Böll’den de Robert Musil’den de esirgeriz. Kafka bu yanıyla roman ve hikaye yazarlarının değil şairlerin sırasındadır. Kafka’yı Rilke ve Trakl’la birlikte anarız. Hatta şairlerden daha fazla bir şairane algı yarattığını söyleyebiliriz. Her şeyiyle ilgiliyizdir Franz Kafka’nın. Mektuplarını da okuruz aforizmalarını da; hakkında yazılanlara da bakarız hayat hikayesine de. Kısacası, “kült yazar” Kafka, roman ve hikaye yazarı Kafka’yla kıyas edilemeyecek kadar yaygın bir şekilde tanınır. O kadar ki, Soderbergh’in Jeremy Irons’la çektiği “Kafka” filmi 1990’ların başında gösterime girdiği anda “kült film” olarak adlandırılabilmiştir. Kafka’nın yine de modernizmin diğer kültlerinden bir farkı var. Ona bu ünü sağlayan yaklaşım, diğer kült sanatçılarda olduğunun aksine, eserlerinin yani roman ve hikayelerinin önüne geçmemiş, bunların da çokça okunmasını engellememiştir. Bu yanıyla Kafka’yı uzak (ama çok uzak değil) atası Edgar Poe’yle kıyas edebiliriz. Poe de Kafka gibi kült yazarlardan olmasına rağmen, bu onun hikaye ve şiirlerinin okunmasına ket vurmamıştır. Üçüncü bir isim de Charles Baudelaire’dir. Rimbaud ve Breton’nun aksine, Baudelaire’in şiirleri kişiliğinden daha etkindir diyebiliriz. Poe’nun hiç değilse birkaç şiiri, dehşet hikayeleri; Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri başlıklı kitabı; nihayet Kafka’nın başta Dava olmak üzere bütün roman ve hikayeleri eskimezliklerini korumaktadırlar.