Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar – II
Birinci cildinde küçük bir beylik olan Osmanlı’nın Balkanlar ile Orta Doğu’yu egemenliği altına alan güçlü bir imparatorluk haline geliş tarihinin anlatıldığı Devlet-i Aliyye, bu ikinci cildinde padişahın otoritesinin zayıflamasıyla ortaya çıkan güç ve iktidar mücadelelerini gözler önüne seriyor. Söz konusu mücadelelerin analizi; padişah, şehzade, valide sultan, sadrazam, yeniçeri, ulema gibi kişi ve sınıfların sahip oldukları güce ve bulundukları konuma kapsamlı bir bakıştan geçiyor.
Osmanlı tarihi denildiğinde akla ilk gelen isim olan Halil İnalcık’ın “bozuluş ve kargaşa” dönemi olarak ele aldığı 1603-1656 yılları, Osmanlı tarihinde büyük yapısal değişikliklerin ortaya çıktığı dönemdir. Söz konusu değişikliklerin ilki, padişahın otoritesinin eski anlamını kaybetmesi, devlet işlerinde Harem, Yeniçeri Ocağı ve ulemanın daha etkin figürler olarak yer almasıdır. Diğeri ise akçadaki gümüş miktarının düşürülmesi ve bütçe açıklarıdır. Bahsi geçen dönemde meydana gelen büyük savaşların sebep olduğu masraflar, bu bütçe açığında başlıca etken olmuştur.
Cihan devleti Osmanlı’nın yaşadığı buhran dönemini anlatırken Halil İnalcık oldukça anlaşılır bir dil ile devletin tüm birimlerini ve birbiriyle olan ilişkilerini ele alıyor. Tarihçilerin kutbu İnalcık’tan öğreniyoruz ki saltanat, otoritenin yüksek karar birliği ve dokunulmazlığı inancına dayanır; padişah mâlikü’l-mülktür, ülkenin, devletin tek sahibidir. Her karar son kertede onun mutlak fermanıdır. Padişahın bizzat bulunmadığı durumlarda ise yetki sadrazama aittir.
Sultanın emri her halükarda son söz olsa da, siyasi güçler dengesinde Harem, sadrazam, ulema, yeniçeri ve sipahi bölükleri önemli rol oynamıştır. Özellikle 17. yüzyılın sonlarından itibaren sadrazamın atanmasında dahi söz sahibi olan, önemli mevkilere kendi adamlarını tayin ettiren valide sultanların bu otoritesini İnalcık, söz konusu dönemde tahta çıkan sultanların ya çocuk yaşta ya da akıl ve iradesi zayıf kişiliğe sahip olmalarına, ortaya çıkan otorite boşluğunu ise Harem’in doldurmasına bağlıyor. Kadınlar saltanatının artan önemine paralel olarak Harem’deki kızlarağası da devlet işlerinde söz sahibi hale gelmiştir.
Devlet-i Aliyye, izlenilecek siyaseti belirlemede halkın kabul edildiğinden daha büyük bir etkisi olduğuna da değiniyor. Örneğin sevilmeyen bir sultan, halk arasında İslam hukukuna saygı göstermediği, uygunsuz davranışlarda bulunduğu söylentilerinin odağı olabiliyordu. Sultanlar ayrıca şeyh ve dervişlerden çekiniyor, onları kendilerine yakınlaştırmaya veya zorla boyun eğdirmeye çalışıyorlardı. Yeniçeri ordusu ise padişahın merkezi otoritesinin başlıca aracı ve desteğiydi. Padişahın gücünün zayıflamasından sonra sadrazamlar, valide sultanlar da sipahilere karşı yeniçerilere dayanmak zorunda kalmışlardı. Sadrazamla valide sultan arasındaki çatışma ise hiç bitmiyordu.
Halil İnalcık tüm bu bozuluş ve kargaşa dönemini çok önemli kaynak ve belgelere dayanarak anlatıyor. Bunlar arasında dönemin tanıkları Hasan Beyzade, Şarihülmenarzade, Katip Çelebi gibi layihacı bürokratların gözlemleri, dönemin vakanüvislerinin kayıtları, olayları göz tanığı olarak kaydeden Eremya Çelebi’nin Ruzname’si ve Topkapı Sarayı’ndaki telhisler yer alıyor.
Çağımızda basitçe “saray entrikaları” diye nitelendirdiğimiz yaşantıları ve yüce devletin nasıl çöktüğünü anlatırken kullandığı dil için şeyhü’l müverrihin şunları söylüyor: “Türkçemiz, özellikle yazı dili, Tanzimat’tan beri kültür değişimlerine eşit olarak sık sık değişmiştir. Son yirmi otuz yıl içinde, öz Türkçe kelimelerin Osmanlıca yerine geniş ölçüde kullanılması sonucu olarak, bundan otuz kırk sene önce yazılmış araştırmaları okuyup anlamak yeni kuşaklar için adeta imkansız bir hal almıştır. Sadeleştirilmiş metinler ciddi tarih araştırmaları için kullanılamaz. Araştırmacıların özgün kaynakların dilini öğrenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. (…) Dilimiz, son zamanlarda özellikle aydınlar tarafından Batı dillerinden alınan kelime ve terimlerin istilası sonucu olarak yeni bir değişim yolundadır. Yazı dilinde bu köklü değişimler, özellikle bilim alanında kopukluğa neden olmaktadır. Dil kargaşası bilim hayatımızda ciddi bir sorun olarak süregelmektedir. Biz kitabımızda, bu gerçeği göz önünde tutarak, biraz yadırganmakla beraber, halkın kullanageldiği günlük Türkçeyi yeğledik.”
Toplumsal ve maddi bunalımlar ile iktidar çatışmalarının yaşandığı bu dönemde saray erkanının özel hayatına ve eğlence anlayışına dair pek çok ipucu da barındıran Devlet-i Aliyye’nin bu cildi, Köprülü Mehmed Paşa’nın kurtarıcı olarak mutlak bir otorite ile veziriazamlığa yükselmesi ile sonlanıyor. Fermanar ve Koca Sinan Paşa’ya, IV. Murad’a, Kösem Sultan’a, Turhan Sultan’a gelen telhisler, pek çoğu el yazması orijinalleri ile birlikte kitabın sonunda ek olarak okuyucuya sunuluyor.