Hayatı ve kişiliği eserinin önüne geçen yazarlar var. Goethe de bunlardan biri. Bu anlamda Goethe’nin modernlerden değil de romantiklerden olduğunu söylemek mümkün. Romantiklerdir çünkü kendi imajları eserlerinden daha etkin olan. İngiliz, Fransız ve Alman romantiklerinin ortak özelliğidir bu. Türkiye’de bunun karşılığı olabilecek bir kuşak veya akım yok. Romantizm önceli olmayan tek modern şiirin Türk şiiri olması da bu yüzden dikkatle gözden geçirilmesi gereken, bütün şiir teorisini etkileyebilecek bir hakikattir. Goethe için bu anlamda öncelsiz demek imkansızdır. Grek ve Latin klasikleri, Doğu, Batı ve Kuzeyin destan ve masalları, İngiliz ve İtalyan Rönesans çağı şiirleri, Alman halk hikayeleri, Reformasyon çağı Alman tragedyaları Goethe için geniş bir esin alanı oluşturmuşa benzer. Eğer edebiyat tarihine inanacak olursak, Goethe’nin Paul Valéry’nin “Aslan yediği hayvanlardan müteşekkildir,” sözünü haklı çıkaracak şekilde kendinden önce gelen birçok müellif ve eseri “yuttuğunu” ve Genç Werther’in Acıları, Wilhelm Ustanın Acemilik Yılları, Faust ve en nihayet Doğu-Batı Divanı gibi eserleriyle kendi icadı olan “Dünya Edebiyatı”nın zirvesine kurulduğunu söylememiz gerekecek. Oysa bu kişisel bir şey. Herkesin kabul ettiği, edebileceği bir dünya edebiyatı yok. Bu, 1980’lerde ortaya çıkan “Dünya Müziği” gibi bir şey en nihayet. Önünde sonunda etnik cazla sınırlı bir hale geldi Dünya Müziği. Ve bu beklendiği kadar sarsıcı bir müzik olayı olamadı. Zira Kudsi Erguner’in tabiriyle, “Hamburgerin yanına köri koyunca, McDonalds’ı Hintlileştirmiş olmuyorsun. Bütün yaptığın hamburger satmak için Hindistan’a ait bir şeyi suistimal etmek.” Dünya Müziğinin veya etnik cazın ne türden suistimallerle yolunu bulduğu henüz tartışmaya açılmış bile değil. Goethe’nin icat ettiği Dünya Edebiyatı ise, birçok milletin son derece gelişmiş edebiyatları olduğu için fazla kırıcı bir etki yapmış görünmüyor. En azından Türk edebiyatı açısından “klasik”lerin, Batı edebiyatının veya modern edebiyatın, Dünya Edebiyatı mefhumunun zararları değil yararları daha ön plandadır. Türk edebiyatı Dünya Edebiyatının meydan okumasıyla kendini kaybetmiş, çözülmüş, sömürge veya uydu haline gelmiş bir edebiyat değildir. Bu zaten mümkün de değildi. Çünkü Türkiye siyasette olduğu gibi edebiyatta da modernleşme kararlarını mümkün olduğu kadar kendisi almış bir ülke. Burada, Goethe’nin Dünya Edebiyatı icadının altında ne yattığına bakarsak, Almanya’nın dışa açılma ve yayılma eğiliminin etkinliğini fark edeceğiz. Johann Wolfgang Von Goethe, Weimar Prensi’nin danışmanıydı ve Weimar da bilindiği üzere Almanya’nın birleştirilmesinde harcı olan bir bölge-cumhuriyettir. Almanya birleşmek için mahalli meseleler yerine evrensel eğilimlere sahip olmak zorundaydı ve bunun kültürel, sanatsal, politik dölyatağı da Weimar’dır desek pek de abartı olmaz. Weimar modern Almanya’nın her türden doğum sancısını çektiği yerin adıdır. Goethe de gerçek anlamda burada ortaya çıkmıştır, daha sonra Nasyonal Sosyalist Parti’yi iktidara taşıyan yolun ilk adımı da burada atılmıştır. İşte Goethe veya Alman modern klasikleriyle ilgili espri de burada yatıyor. Aldığı eğitime baktığımızda Goethe’nin o zamanlara ait bir Fransız veya İngiliz’den daha Avrupalı yetiştirildiğini görüyoruz. Kitabi anlamda tabii. Grek ve Latin klasiklerini okuyan şair adayının geniş ilgisini Binbir Gece Masalları’ndan da esirgemediği anlaşılıyor. Ergenlikle birlikte Goethe daha yeni eserlere, Fransız ve İngiliz müelliflerin kitaplarına dalacaktır. 20 yaşına geldiğinde artık Avrupa klasiklerinden sayılabilecek hemen her şeyi okumuştur. Hatta genç Goethe’nin mükteseBatında Alman olan ne var denirse kayda değer bir cevap alamayabiliriz. Tek cevap belki Goethe’nin zaten Alman olduğudur. Kendisi Alman ama kültürü Avrupalı olan genç Goethe’nin ömrünün son elli yılını Almanya’nın en ilerici kentinde (Weimar’da yani) geçirmesinin de katkısıyla “Dünya Edebiyatı” gibi bir şey icat etmiş olması artık anlaşılır kabul edilmelidir. Dünya Edebiyatı demek, Goethe’yi merkezde tutmak kaydıyla, dünyaya kendini kabul ettiren bir Alman edebiyatı olmalıdır demektir. Genel olarak başka anlama da gelmez. Başka deyişle, genç bir Alman şair adayı olarak yola çıkan Johann Wolfgang Von Goethe, eğitimi sayesinde Avrupalılığa asimile olurken Alman yazarını ve Alman edebiyatını aynı Avrupalılığa kazandırmasını da bilmiştir. Bunda muhakkak Faust gibi Avrupa klasiği denebilecek konuları işleyen eserler vermesinin ve tiyatro ve roman gibi açık seçik tarzda Avrupalı türlerde yoğunlaşmasının payı azımsanamaz. Zaten daha sonra gelen romantiklerden Hölderlin, Novalis, Heine, hatta modernlerden Stefan George, Hugo von Hoffmansthal, Georg Trakl gibi önemli şairlerin Goethe kadar Avrupa’ya mal olmaması bunların Almanlığın ötesinde bir evrenselliğe pek fazla katkıda bulunmamalarından kaynaklanır. Bunlar daha samimi, sahici eserleri olmasına rağmen, Dünya Edebiyatı katında yapıntı ve hesapçı Goethe kadar başarılı olamamışlardır.