Bizde soylu sınıf edebiyatı pek yok. Saraylılıkla suçlanan Divan edebiyatının hiç de öyle olmadığı hem tarih ve sosyoloji araştırmalarıyla saptandı hem de divanlar açılıp okunmaya başlanınca fark edildi. Avrupa’nın edebiyatı ise ilk günden itibaren ikiye bölünmüş: Soyluların edebiyatı, halk edebiyatı. Bizdeki divan-halk edebiyatı ayrımı Avrupalılaşma sevdasının ürünü olan suni bir ayrım. Seküler bir edebiyat arayanlar, özellikle Köprülü bunu şaşırtıcı bir yerde, Yunus Emre’de buldu ve arkası böyle geldi. Bu başka mesele. Türkçe olmayan, fakat Türkçe çevirileri ve şerhleri yoluyla Türk edebiyatına etki eden edebiyatta (edebiyatı geniş anlamda alıyorum) soylu-halk ayrımı yok değil. Özellikle İbn Arabi ve Mevlana’nın aristokrat bir edebiyat yaptıkları düşünülebilir. Bunda İbn Arabi’nin yaşadığı dönemde İslam ülkelerinin Avrupa feodalizmine benzer şekilde birbirinden kopuk şehirlere bölünmüş olmasının payı var. Fuzuli, İstanbul’a yani Süleyman’a uzaklığından yakınırken, İbn Arabi’nin hasret duyacağı bir merkez hükümdar, çünkü bir merkez devlet yoktu. Endülüs, Mısır, Anadolu, Hicaz ve Bağdat hepsi başka telden çalıyordu. İbn Arabi tüm bu ülke ve şehirleri dolaşır. Gittiği birçok şehirde şehir emirinin arkadaşı olur, yeni bir hayat ve hatta yeni bir aile kurar. İbn Arabi nerelidir? Endülüslü mü, Konyalı mı, Şamlı mı? Bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey, üstadın her şehrin sarayında iyi ağırlandığı. Tatminsiz ve bağımsız, aynı zamanda soyut ve inceliklidir İbn Arabi. Ümmet için yani çoğunluk için yazdığını ileri sürse de her iki sayfada bir okuyucuyu bunlar senin anlayabileceğin şeyler değil yahut dahası var ama sana anlatamam, kavrayamazsın gibisinden uyarmaktan da kendini alamaz. İbn Arabi ne adalet ne ila-yı kelimetullah arıyordu. Onun aradığı seçkinlerin birliğiydi. Parçalanmış bir dünyaya doğduğu için olsa gerek, birlik ve birleşme İbn Arabi’de tutku haline gelmiştir. Ne var ki, şehir emirlerinden gördüğü ilgiyi hukuk çevrelerinde göremez. Birçok kez aleyhinde fetvalar çıkar. Sağlığında olduğu gibi öldükten sonra da görüşleri hakkında ihtilaflar ortaya çıkar. Bugün bile İbn Arabi taraftarlığı ve karşıtlığından söz edebiliriz. İbn Arabi’ye taraf olduğumuzda aslında soyluluğa, inceliğe, zenginliğe taraf oluyoruz. Bu da sadece Müslümanlarda yok; hatta çoğunlukla Müslümanlarda yok. İbn Arabi’nin Endülüs şehirlerinde büyüdüğünü, birbiriyle mülki ilişkisi ya kopmuş ya çok zayıflamış, Haçlı Seferlerinin açtığı yaraları saramadan Moğol İstilasına maruz kalmış bir İslam coğrafyasında yaşadığını ve yazdığını unutmamak lazım.