Bir şehrin kuşbakışı görüntüsüne karakterini veren çatılar, çoğunlukla dört duvarın üstünü örten sade bir düz dam, bazen kırma çatı, yer yer de külah halinde karşımıza çıkar. Yerleşime estetik bir hava, ayrı bir görkem kazandırmış olan kubbeler ise; milattan önce 6. bin yılda, Akdeniz kıyılarından Çin topraklarına kadar her bölgede yükselmeye başladı. Geniş açıklıkları örtebilen teknik özelliği, mimarların hiçbir dönemde ondan vazgeçmemesine sebep vermiş, geçen zaman kubbenin çapını, şeklini, uzunluğunu değiştirmiştir. Başlangıçta yan unsur olarak kullanılmasına rağmen kısa zamanda kompozisyonun temel düzenini belirleyici bir rol almaya başlamış, iç mekana da özgün bir anlam katmıştır. Ahşap, tuğla ve taşla başlayan öyküsü ise beton, çelik ve hatta plastikle devam etmiş, günden güne üsluplara kimlik katma özelliği kazanmıştır.
Batı sanatında kubbeler kerpiç ve taştan örneklerle başladıktan sonra, Doğu’dan esinlendiği düşünülen ‘yalancı kubbeler’ daraltılan taş halkalar kullanılarak bindirme tekniğiyle oluşturulmuştur. Bu teknikle yapılan Atreus Hazine Binası, büyüklüğüyle ün kazanmışken, Ege ve Akdeniz şehir devletlerindeki yuvarlak planlı kubbeli evlerin de öncüsü konumundadır. O zamanki tapınak mimarisinin aksine tek ve toplu bir mekan elde etmek üzere tasarlanmış Panteon, bu dönemin kırılma noktalarından biridir. İç destek kullanılmadan mekanı örtmek üzere kubbeyi tercih eden mimarlar, diğer merkezi planlı yapılara örnek oluşturmuşlardır. Yalancı kubbe devri köşeli bir yapıya oturtma mecburiyetiyle birlikte kapanmış, kare alt yapı üzerine yarım küreyi birleştirmek üzere içte pandantif ve tromp, dışta kasnaklar kullanılmaya başlamıştır.
Asıl gelişmesini Doğu’da yaşayan kubbenin menşei gökkubbeyi temsil eden Türklerin topak evidir. İran, Mezapotamya ve İran’daki kümbetler Türk çadırının varyasyonlarından başka bir şey değildir. Gökle hükümdarlık arasında zamanla gelişen sembolik sistem çadırlardan stupa adı verilen ara bir yapının doğmasına zemin hazırlamıştır. Evreni temsil eden stupaların etkisi türbelerde açıkça gözükür. Bu tip yapıların içinde kutsal malzemelerin saklandığı oyuklar bulunur. Selçuklular bu geleneğin üzerine İranlıların ateşkedelerinin de bazı unsurlar almışlardır. Bu yapılar ise altında ateş yanan ve ayakları birbirine bağlı kutsal mekanlardır. Kubbe dendiği zaman diğer tüm mimari kollarda olduğu gibi Mimar Sinan’dan bahsetmek elzemdir. Bu dönem kubbe mimarisinin bütün unsurları tamamlandığından, gelişme ana kubbelere eklenen yarım kubbelerin tasarımında yaşanmıştır. Sinan’ın Şehzade Camii dört tarafının da simetrik olmasıyla öne çıkar. Süleymaniye’de yarım kubbelerin kademeli sıralanışı ve tavandan zemine indirilen hayali üçgen üzerindeki muntazam kompozisyon Sinan’ın üstün tasarım yeteneğini gösterir. Klasik dönem Osmanlı mimarisi Selimiye’nin o zamana kadarki kubbe ölçülerindeki gibi estetik zirvesini yaşamıştır.