İtalyan komünizminin yıldızı Antoni Gramsci tipik bir Batılı düşünür değil. Komünist, dahası Marksist olmasına rağmen Karl Marx’a hiç benzemez ve pek çok düşüncesiyle Marksizmden önemli oranda sapmıştır. Madem Walter Benjamin’i Cemil Meriç’e benzettik, bazı açılardan Gramsci’nin de İdris Küçükömer’e benzediğini söyleyebiliriz. Benzerlik ikisinin de Marksizmi verili almayışlarındadır. İkisi de kendi toplumlarının özgüllüğünün incelenmesini birinci mesele yapmışlardır. İkisinin de ilgi alanı bu yüzden çok geniştir ve dolayısıyla düşünceleri bütün bir programa dayalı olmakla beraber hep kesik kesik düşünmeye mecbur kalmışlardır. Kısacası, İdris Küçükömer’i olduğu gibi, Antonio Gramsci’yi de hizaya getirmek zordur. Gramsci Türkçeye pek de sol rüzgarların etkisiyle tercüme edilmişe benzemiyor. Yine de kendi kitaplarının yanı sıra hakkında yazılanlarla birlikte, yaklaşık yirmi yılda (bildiğimiz kadarıyla Hapishane Defterleri’nin 1975’te tercüme edilmesinden itibaren) yedi sekiz kitaplık bir Gramsci kitaplığı oluşturulabilmiştir. Bu kitaplığı okumanın Türk okuyucusuna, özellikle 20. yüzyıl siyasi felsefesine ilgi duyan (her şeyin bittiğine inanmayan mı demeli) okuyucuya yararı açıktır. Buna başlamanın en iyi yolu da doğrudan yazarı tanımak, düşüncelerine bizzat yaklaşmaktır. Yani Gramsci denince Hapishane Defterleri’ni okumak en doğrusudur.