Bugün Eşari, rasyonalizmin önündeki engel olarak görülüyor. Aklın dışındaki her düşünce ve kalıbın altında Eşari kelamı aranıyor. İslamcıların bile bir kısmı 10. yüzyılın tartışmalarını sözümona geri getirerek Eşari’ye karşı Mutezile’nin tarafını tutuyor. Düşünce tarihinin yeniden inşasında bir sorun yok. Geçmiş tartışmaların değiştirilerek de olsa bugünkü tartışmalara malzeme ve neden olması okuryazar sınıfının eski düşünceler hakkındaki bilgilerini derinleştirecek, belki yeni yaklaşımların doğmasına fırsat yaratacak. Ama bu olumlu ihtimaller, bin sene önceki Eşari ile tartıştığı Mutezile kelamcılarının bugünün ideolojik çıkarları lehine suistimal edilmesini haklı çıkarmaz. Eşari, evet, akılcılığa karşıydı, ama onun karşı çıktığı akılcılığa bugün akılcılık diyor muyuz, diyebilir miyiz? Mutezile’nin yaptığı, salt akılcılıktan oldukça uzak bir şey, Grek akılcılığını alıp ondaki materyalist ruhu sıyırıp yerine İslami ruh üflemeye çalışmak değil miydi? Demokritos her şeyin özünde atom vardır ve atomlar arasındaki ilişkiler tüm varlığı, varlık içinde de ruh-beden ilişkisini açıklar diyordu. Mutezile akılcısı Ebu’l-Huzeyl ise bu fikri kopyalayıp atomun ezeli oluşunu reddederek atomu Allah yarattı şeklinde tashih etti. Buna akılcılık mı diyoruz, kopyacılık mı? Bugün de bu tarz şeyler var, ki Eşari düşmanlığı ve Mutezile taraftarlığı da bunlardan doğuyor. Mesela Heidegger’den yola çıkarak Kur’an-ı Kerim’i yorumlayabilir ve kendinizi pek bir akıllı (ve elbette Batılı) hissedebilirsiniz. 19. yüzyıldan beri yaptığımız çoğunlukla bundan ibaret. Bu yüzden de Türk düşüncesinin en az son iki yüz yılı kopya düşüncelerle doludur. Kopyanın kopyası düşünceler de var, ki asıl kaynaktan kopmuş. Bir Alman Heidegger var mesela; pek çok Türk heideggercikler… Eşari’nin Makalatü’l-İslamiyyin ve İhtilafü’l-Musallin (İlk Dönem İslam Mezhepleri) kitabını okuyunca ilk çarpıcı etki gerçeklik ve aklın serinkanlılığı hissi oluyor. En aşırı Şii grupların tanıtımıyla başlayan kitapta Haricilik, Mutezile ve Mürcie başta olmak üzere ondan fazla mezhebin görüşleri en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor. Ağırlık noktası Mutezile’dir. Mutezile mezhebi içinde yetişen, ancak kırk yaşından sonra Ehli Sünnete katılan Eşari, normal olarak Mutezile’yi çok iyi biliyordu. Makalatü’l-İslamiyyin’in tonu, hakkında bugün atıp tutanları utandıracak derecede makul, sakin ve tarafsızdır. Eşari, tarafını yalnızca Ehli Sünneti çok kısa, kesin ve olumlu anlatıp geçmesi ile bazı aşırı gruplar hakkında sarf ettiği birkaç olumsuz sözde belli eder. Özellikle Mutezile fikriyatını müthiş bir titizlikle inceden inceye tasvir eder. Makalatü’l-İslamiyyin için karşılaştırmalı mezhepler incelemesi diyebiliriz. Mezhepler belli temalar etrafında birbirleriyle ve kendi içlerinde karşılaştırmalı bir yönteme tabi tutulur. Öğretici, ikna edici bir kitap olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eşari akılcılığa belki karşı çıkıyordu ama kendisi çok akıllı bir adamdı ve akılsızlığı yahut akıldışılığı savunmadığına kendi eseri şahit. Onun açıkça karşı çıktığı şey, yüzyıllardır Müslümanların çoğunluğunun karşı çıktığı şey de aynıdır, aklın Kur’an ve Sünnet yerine geçirilmeye kalkılmasıdır.