İngiltere’de felsefenin Almanya ve Fransa’daki kadar gelişmediği düşünülür ama birçok Alman ve Fransız düşünürün soyut ve gelişkin düşüncelerinin öncesinde veya sonrasında benzeri düşünceleri daha yalın bir şekilde ifade eden bir İngiliz mutlaka vardır. Özellikle 18. yüzyıl İskoç Aydınlanmasına Avrupalı düşünürler çok şey borçlu. Ada fikriyatının empirik olduğu da yarım hakikattir. David Hume’un somut doğa dururken estetik, psikoloji ve metafizikle uğraşmış olması, bu bakımdan Kant-Hegel Almanya’sına takaddüm etmesi bile bu yarım hakikati çürütmeye yeter. Hume, zihin felsefesine katkıları bakımından Anglo-Sakson düşünce dünyasının önemli bir kilometre taşı olduğu kadar Kant’ten Nietzsche’ye, Marx’tan Mannheim’a Alman felsefesinin de selefleri arasındadır. Din ve metafizik karşıtı fikirleri materyalistler, estetik-psikolojik çözümlemeleri idealistler tarafından benimsenmiştir. Aynı zamanda pozitivizm, faydacılık, analitik ve bilişsel felsefe gibi ekollerin öncüsü kabul edilir. Ateizm bir ekol sayılabilirse ateizmin de öncüleri arasındadır. “Heretik” suçlamasıyla mahkemeye verildi, avukatları onu malum bir ateist olduğu için kilisenin yargılamasına tabi olamaz diyerek savundular ve bu nedenlerle hiçbir zaman üniversite kürsüsü alamadı; ama Hume, hayatının hiçbir döneminde ateistim de demedi. Bertrand Russell, İskoç filozofun hem Hıristiyanlığa hem ateizme karşı şüpheci olduğu için dinsiz değil de “din-ötesi” sayılması gerektiğini söyler. Din hakkındaki görüşleri ateistlerinkinden çok daha kararsız ve karmaşıktır. Mesela Fueurbach ve Marx gibi bilindik ateistlere hiç benzemez. Ahlak ve din hakkındaki görüşleri, bir tür Anglo-Sakson tarzı laiklik veya naturalist din anlayışı olarak yorumlanabilir. Anglo-Sakson tarzı laiklik, bireyin serbest iradesini mümkün olan sınırlarına kadar genişleterek tanır. Hume’un meşhur “Mantık, ihtirasın esiridir ve olmak zorundadır,” kaziyesi de esasında “insan doğası”na bağlı ahlak ve din anlayışıyla ilgilidir. “Ahlaki kararlarımızı,” der, “birtakım soyut ahlaki ilkelerle değil duygularımızla alıyoruz.” Nefsin bu baskınlığı ve nefse tanınan bu derece serbestiyet, David Hume felsefesinin alameti farikaları arasındadır. Hurafeleri “hasta insanların fantezileri” diye yerin dibine geçirirken diğer yandan da Protestanları “dini bozan insanlar” şeklinde yerer. Hume, büyük genellemelerle konuşup daima soyut “insan” kategorisi üzerine fikirler ileri sürse de, düşüncesinin gizli bir öznellik içerdiği de söylenebilir. Buna göre insan doğası veya nefs her insanda ortaktır ve mesele bu ortaklığın karakteristiklerini belirleyebilecek bilimi yaratmaktır. Düşünceyi metafizikten arındıracağım diye siyantizme, yani kof bilim taraftarlığına düşer. Zaten 26 yaşında yazdığı ve şaheseri sayılan İnsan Doğası Üzerine Bir Araştırma, Hume’un çağdaşları tarafından “aşırı soyut fikirler” ihtiva ettiği yönünde eleştirilmiştir.