Şehrin göğü delen minareleri, etrafında bağırtıyla uçan kuşlar, güneşin ufukta batışı ve ezan. Hz. Ebu Bekir’in işkenceden kurtardığı Bilal-i Habeşi’nin, namaz vakitlerini duyurmak için yüksek bir tepeden ezan okuduğu günden bu yana; minareler İslam’ı kabul eden tüm coğrafyayı sarmış, köyler ve kentler onunla kimliklerini tamamlamışlardır. Bu güçlü simge, Orta Asya ve İran’da haberleşmeyi sağlayan kulelerle, Suriye’deki gözetleme ve çan kuleleriyle, genelde Akdeniz ülkelerinde bulunan deniz fenerleriyle de önemli benzerlikler taşır.
İslam’ı seçtikten sonra, orduda önemli komutanlardan biri haline gelen Mısır fatihi Amr b. As, Afrika kıtasının ilk camisi olacak olan Amr b. As Camii’nin yapımına başlamış fakat camii inşası hayatı süresince tamamlanamamıştır. Fustat’ta (Kahire) bulunan cami, I. Muaviye’nin Mısır valisi Mesleme tarafından tamamlanmış, bu süreçte camiinin köşelerine birer minare eklenmiştir. Bilinen ilk minare bu şekilde inşa edilmiş, bu dönemin mimari özellikleri de özel bir biçimden ziyade, değişik bölge ve kültürlere göre farklılık göstermiştir. Genelde taş ve tuğladan yapılmış olan minarelerin gövdeleri yuvarlak olabileceği gibi, dört köşe minareler de inşa edilmiş; bu minareler sade haliyle bırakılmış veya süslenmiştir. Kuzey Afrika ve Suriye’de taştan yapılmış dört köşe minarelere rastlanırken, Irak, İran ve Afganistan gibi daha doğuda bulunan bölgelerde tuğladan yapılmış yuvarlak minareler bulunur.
Minareler yapı itibariyle 7 bölümden oluşur. Küp de denilen kürsü kısmı, minarenin toprağa bağlandığı kısımdır. Genellikle dikdörtgenler prizması şeklinde inşa edilip kapı buradan açılır. Kürsünün gövdeyle birleştiği kısım olan pabuç, diske benzer. Bunun üzerinde, yapıldığı yerleşim bölgesinin nüfus yoğunluğuna bağlı olarak uzunluğu değişen gövde kısmı yer alır. Gövdenin üzerinde, müezzinin ezan veya sela okuduğu şerefe adı verilen balkon kısmı bulunur. Şerefelerin sayısı, camiiyi tasarlayan mimar tarafından 2 veya 3’e yükseltilebilir. Gövdeyi zarif biçimde sonlandırarak güzel bir görüntü sunan alem, altın rengi bir hilal olup genelde Osmanlı minarelerinde görülür. Alem ile şerefe arasında, minareyi yağmurdan koruyan külah ve petek bölümleri yer alır.
Minareler klasikleşme dönemini Mimar Sinan’ın yaşadığı devirde bulur. Sinan, daha olgun ve ince görünüşlü minareler tercih etmiştir. Külahla peteğin birleştiği yerde bulunan mavi çini ve baklava motifi yerine kullanılan yalın piramit biçimi geçiş öğeleri bu dönemin ayırt edici unsurlarıdır. Çıraklık eserimdir dediği Şehzade Camii klasikleşme sürecinin başlangıcını işaret eder. Bu camiinin özgün tarafı, gövdenin ince çubuklarla dilimlere ayrılıp, içlerinin de dikey motiflerle süslenmesidir. Başlı başına İstanbul’un simgelerinden biri hale gelen Süleymaniye Camii’nin dört minaresi bulunur. İçeride yakılacak yağ lambalarından çıkacak islerin, doğru hava akımıyla belirli bir odada toplanıp, bu islerin de mürekkep yapımında kullanılmasına kadar detaylı ve olağanüstü tasarlanan Sinan’ın bu kalfalık eserinde, camiye bitişik iki minare üçer şerefeli, köşelerde bulunan diğer ikisi de ikişer şerefelidir. Ustalık eseri olan Selimiye Camii ise her yönden özel bir camiidir. Edirne’nin her yerinden görülebilen bu şaheserin dört minaresi bulunmaktadır. Cümle kapısının iki yanındaki 80 metreyi aşkın minarelerin 3 ayrı girişi bulunmakta, ve şerefeye çıkan müezzinler bu yolları kullanırken birbirlerini görememektedirler. Caminin göğe yükseliyormuş gibi durmasının altında yatan sebep, minarelerin kubbeye çok yakın olmasıdır.