“Geometri bilmeyen giremez!” Eflatun’un Akademisi’nin girişinde asılı olan bu yazı, geometrinin ne anlam ifade ettiği, neden bu denli mühim olduğu konusunda bizi meraklandırıyor. Henüz doğa karşısında yıpratıcı bir güç teşkil etmiyorken ömrümüzü ve soyumuzu devam ettirmek için onu anlamaya bir hayli gayret sarfettik. Yıldızlardan okyanus diplerine, geniş ovalardan dik yamaçlara kadar kendini tekrarlayan birtakım şekilleri ayırt etmek sanırım yerölçümü denilen bu alanın ilk faaliyetleri oldu. Her birinin nihai biçimini keşfetmek ve bunların birbirleriyle farklarını açık bir şekilde ortaya koyabilmek; evrenimizi oluşturan şekillerin bilgisini en azından elimize almaya başladığımızı gösteriyor. Bir kaç devir sonra, tüm evrenin bu şekillerle açıklanabildiğini iddia eden çılgın insanlara dönüşüvereceğiz. Peki neden Akademi’den içeri giremiyor bir karenin kenarlarıyla köşegenlerinin arasında rasyonel bir orantı olmadığını bilmeyen biri? Muhakkak binlerce cevabı var, mesela Galileo evrenin harflerinin; üçgenler, daireler ve diğer geometrik biçimler olduğunu söylüyor bize, İbn Haldun ise zekayı aydınlattığını ve aklı doğru yola soktuğunu.
Şemseddin Sami, Kamus-u Türki’sinde bize hendesenin ne olduğunu şöyle anlatıyor: Riyazi (matematiksel) ilimlerin şekil ve cisimler arasındaki ilişkilerini inceleyen dalı, geometri. Emevilerin başkenti Şam’a ve Abbasilere 400 yıl baş şehirlik yapacak Bağdat’a, Mısır’dan başlayıp Thales, Aristoteles, Eflatun eliyle serpilen, Roma İmparatorluğu’nda pratik uygulamalarına eğinilen hendese, işte bu milletler yoluyla geldi. İslam dünyasının elinde bulunan birikim, çevrilmeyi ve anlaşılmayı bekliyordu. İlk adımı Bağdat’ta bir astronom attı. Abbasilerin beşinci halifesi Harun Reşid’in insanlara İslamiyet’i yaymak için çağırdığı el-Fezari, İslam dünyasına ilk usturlabı kazandırmış bir astronom olarak hendese terminolojisine de hakimdi ve kendini bu faaliyetler için görevli hissediyordu. Tabi, Harun Reşid’in dedesi Halife en-Mansur da, Hintlilerin geometrik bilgiler içeren Brahma Sphuta-Siddhanta adlı kitabın çevrilmesini emretmesiyle, İslam coğrafyasına, daha sonraları gelişip büyüyecek hendese tohumlarını atmış oluyordu.
Öklid, Arşimet, Apollonios, Menelaos ve Ptoleme’nin kitapları sistematik bir şekilde çevrildi. En eski Arapça geometri kitabı da bu dönemde ortaya çıktı: Geometri Öğretileri. Bu eserin yazarını öğrendiğimizde pek şaşırmayacağız, çünkü o İslam’da bilimsel düşüncenin temelini atan kişi: Cabir b. Hayyan. O; kimya kitaplarında, şeylerin yapısını matematikle ve geometriyle açıklayabileceğini yazmıştı. Sıcaklığı kübik şeklinde resmetmişti, nemliliği ise kare şeklinde. Cisimlerin yüzeylerden, yüzeylerin çizgilerden, çizgilerin noktalardan oluştuğunu öne sürmüştü. İslam coğrafyasında bu çağ, işte bu bağlantılarla kimya ve geometrinin doğuşuna tanıklık ediyordu. Yaklaşık 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar geçen sürenin ayırt edici özelliği ise bilginlerin yalnız çeviriyle, değerlendirmeyle yetinmemeleriydi. Kısa zamanda, bu eserleri yorumlama, tamamlama, genişletme hatta yeniden yazma gayretleri belirecek, el-Cevheri, İbn Heysem, Tutsi ve Ömer Hayyam gibi bilginler eliyle, İslam dünyası nihayet hendese tohumlarının meyvelerini verecekti.