Hermes Trismegistus. Tanrı, peygamber, rahip, bilge, kral… Kim olduğu üzerine yapılan tartışmalarda, birçok farklı kültürün temsilcisi onun ismini, hayatını veya etkisini yeniden tanımlasa da; karşımızda din, felsefe ve bilim tarihinin başlangıcı sayılan bir karakter buluyoruz. Mısırlıların kralı, büyük rahibi ve din önderi olan Hermes Trismegistus (üç kere büyük Hermes anlamına gelir), Budistlerin Buda’sı, Zerdüştlerin Huşeng’i olabilir. Tanah’da Uhnuh, Kuran’da İdris diye bahsedilen kişilerin bu bilgeyle aynı kişi olduğu görüşü de sıkça savunulmuştur. Konu bir yığın şüpheyle dolu olduğundan, kim olduğunu bir kenara bırakıp bizim için ne anlam ifade ettiğine geçebiliriz. O, maddelerin yapısı, birbirleriyle olan ilişkileri ve yeni maddeler oluşturma süreçleriyle özelleşmiş doğa felsefesinin bir alanı hakkında Zümrüt Levha adlı bir kitap yazdı. Kurallarını, ilkelerini ve yöntemlerini anlattığı bu alan eski kimya veya sıkça zikredilen adıyla simyaydı. Kurucusunun kimliği, simyayı kutsal bir uğraş haline, alegorik yolla paylaşılan gizli bilgiler bütünü durumuna soktu. Bu sayede elimizde apayrı noktalara giden iki ayrı kimya oluştu. Doğa felsefesi altında girişilen bilimsel çaba ve tüm kimyevi ve fiziki süreçlerin altında yatan metafizik/mistik dünyanın gizemlerine duyulan merak.
Metaller ve cam konusunda halihazırda iyi bir bilgi birikimine sahip olan Arap halkı, kimyayla İskenderiye üzerinden, eski bilginlerin kitapları vasıtasıyla tanıştı. Bu ilk tercümeleri teşvik eden ve simyaya yoğun ilgi duyan ilk kişinin İkinci Emevi hükümdarının oğlu Halid b. Yezid olduğu söylenir. Simyayı İskenderiye’de Marianus adlı bir hocadan öğrenmiştir. Onun sayesinde Yunanca’dan Arapça’ya çevrilen “hermetik sanat”, İslam dünyasında İlm-i Sınaat el-Kimiya’ya dönüşmüştür. El-Kimiya’nın ilk dönem ilgilendiği konunun kökenini, simyanın varlıkları/ruhları hiyerarşik bir düzen içinde daha yetkin hale getirme fikrini içeren mistik tarafında buluruz. Bu fikir sonraları ise, Yapısal Dönüşüm Kuramı adı verilecek olan değersiz madenleri değerli madenlere dönüştürme uğraşına dönüşerek uzun yıllar kimyacıların zihnini meşgul etti. Her maddenin içinde civa-kükürt karışımının belli bir varyasyonu olduğu inancıyla, bu oranlarla oynayarak gümüş ve altın elde etme çabaları aslında boşa geçmiş bir dönemi, hayallerin gözleri kör ettiği değersiz bir süreci temsil etmez. Bu dönüştürme denemeleri, modern kimyaya giden yolda gereken deneysel birikimi fazlasıyla karşılamıştır.
Simyacılar, ölümsüz hayatı aralayacak iksirler de elde etmeye çalıştılar. Dünyadaki metallerin gezegenleri temsil ettiğine inararak astroloji ve astronomiyle de ilgilendiler. Yapılan tartışmalar sonucu birikim arttı, bilimsel çaba önplana çıktı ve modern kimyaya varan yolun kapısı aralandı. Mesela buharlaştırma ve damıtma gibi kimyasal işlemleri gerçekleştiren ve kimya teknolojisine büyük katkılar yapan Cabir İbn Hayyan’in çalışmaları, Lavoisier, Boyle, Priestley gibi ünlü kimyacıların ortaya çıkacağı 18. yüzyıla kadar, hem İslam hem Batı dünyası için kimyanın seyrini belirledi. Onun mirasını, atomcu görüşü benimseyen el-Razi, Yapısal Dönüşüm Kuramı’nı çürüten Biruni ve İbn Sina sürdürmüş, bu Müslüman bilginler çalışma yöntemleriyle kimya biliminin gelişmesine büyük katkılar yapmışlardır.