1944 yılında Kayseri’de doğan İsmet Özel, ilk ve orta öğrenimini babasının memuriyeti sebebiyle Anadolu’nun farklı illerinde yapmak durumunda kaldı. Anakara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde başlayan üniversite hayatına bir süre ara verdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Evli ve dört çocuk babası şair, hali hazırda Bilgi Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat dersleri vermektedir.
1963 yılından itibaren edebiyat dergilerinde yayımladığı şiirleriyle, şiirle kendi varoluşu arasında kurduğu bağlantının izini süren İsmet Özel ilk şiirlerini Geceleyin Bir Koşu (1966) kitabında topladı. İkinci Yeni etkisinin ağırlıklı olarak hissedildiği ilk şiirlerinden sonra şair, yazdığı şiirlerin yapısını zedelemeksizin, o dönemde benimsediği sosyalist anlayışla imge yoğunluğunun öne çıktığı şiirlerini buluşturmak gibi bir yol seçti. Bu dönem şiirlerini bir araya getiren kitabı Evet, İsyan’ın (1969) edebiyat çevrelerinde gördüğü ilgi Özel’in Türk şiirine getirmeye çalıştığı yeniliğin doğru atılmış bir adım olduğunu gösterdi. Bir süre Ataol Behramoğlu ile çıkardığı Halkın Dostları dergisinde kendi poetikasını oluşturmaya çalıştığı yazılar kaleme aldı. Askerliğini takip eden süreçte bir dönüşüm yaşayan ve sosyalizmden İslami dünya görüşüne geçen İsmet Özel’in 1975 yılında yayımladığı Cinayetler Kitabı şairin yaşadığı dönüşüme tanıklık eden şiirler olarak ilgi gördü. Özel’in olgunluk döneminin ürünü olan Erbain’den (1987) sonra daha uzun aralıklarla şiir yayımlayan şairin son kitabı Bir Yusuf Masalı’nın İsmet Özel şiirinde neye karşılık geldiği hâlâ tartışılıyor.
İsmet Özel’in Yeni Devir gazetesinde yayımlanan günlük fıkralarla başlayan yazma macerası ise aralıklarla yirmi altı yılı buldu. Çeyrek yüzyılı aşkın bir süre boyunca yazdıklarıyla her kesimden entelektüelin ilgisini çekmeyi başaran ve hatırı sayılır bir okuyucu kitlesine ulaşan İsmet Özel artık siyasi yazılar yazmıyor.
Türklerin felsefe geleneğinin olmadığı evvel eski savunulan, sıklıkla yinelenen bir kanaattir. Altı yüz yılı aşan Osmanlı İmparatorluğu deneyimine seksen yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihi eklenerek bulunan yedi yüz yıllık zaman dilimine göz atıldığında bir tek filozofa dahi rastlanamıyor oluşu da söz konusu kanaati dillendirenleri haklı çıkarır niteliktedir. Ancak aynı kanaatin sahipleri bu durumu, Türklerin düşünceye, düşünmeye mesafeli yaklaşmalarıyla açıklamaya meyillidirler ki bu noktanın üzerinde dikkatle durulması gereği vardır.
Doğrudur; Türkler uzun yıllar boyunca Batılı tarzda bir düşünme sistemini içselleştirmemişlerdir. Eski Yunan’dan günümüze kadar Batı felsefesinin cebelleşme zorunluluğunu hissettiği “varoluş” sorunsalı Türklerin ilgi alanına girmemiştir. Çünkü Türkler, Müslüman olmalarıyla beraber bu soruya cevap buldukları düşüncesiyle hayatlarını devam ettirmişlerdir. Bunun için de Türkler arasından “hayatın anlamı”nı Batılı anlamda sorgulayan kalem erbabı çıkmamıştır. Fakat bu, Türklerin düşünce alanını tamamen terk ettikleri anlamına gelmez. Bilâkis, kaynağını İslam geleneğinden alan Kelâm, Akait, Tasavvuf gibi alanlarda pek çok düşünür görüşlerini serdetmiştir; dahası, köklü bir geleneğe sahip olan Türk şiiri, Mevlâna’dan, Yunus Emre’den, Fuzulî’ye, Şeyh Galip’e kadar önde gelen şairlerinin eserleriyle tefekkürü vazgeçilmez bir değer olarak ön planda tutmuştur.
Ne var ki İmparatorluğun güç kaybına uğraması, sürekli kan kaybetmesi sonucu gerçekleştirilen modernleşme çabaları, deyim yerindeyse, Türklerin zihinsel rahatını bozar. Öyle ki Rönesans, Reform, Aydınlanma gibi Batı’da fırtınalar koparan düşünsel hareketler zamanında Türkleri izleyici koltuğunda bile alâkadar etmezken, imparatorluğun son zamanları Batılı kaynaklara erişebilme şansına sahip her Osmanlı aydınının ülke geleceğine yönelik -doğal olarak ilhamını Batı’dan alan- düşüncelerini ortaya koyduğu bir dönem olarak dikkat çeker. Ve fakat, söz konusu dönemde düşünce alanında öne çıkan Beşir Fuat’tan Abdullah Cevdet’e, Prens Sabahaddin’den Sait Halim Paşa’ya, Namık Kemal’den Ziya Gökalp’e kadar müelliflerin her biri önemli birer düşünür olmakla birlikte, Filozof Rıza da dahil aralarında filozof olarak değerlendirilebilecek olan yoktur.
Batılı düşünce tarzının bin yılları aşan bir geleneğin ürünü olduğu ve Türklerin yüzyıllardır Batı’yla temas halinde bulunmalarına karşın, farklı bir geleneğin temsilcileri olarak yaşamlarını sürdürdükleri noktası nazarı dikkate alındığında ortaya çıkan durumun bir sürpriz olarak nitelenemeyeceği açıktır. Fakat, imparatorluğun “kurtarılmış” toprakları üzerinde pozitivist ilkeler etrafında şekillenmiş Cumhuriyet anlayışı sonrasında da aynı zaafın devam ediyor oluşu ilginç görülebilir. Türkiye Cumhuriyeti, “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” şeklinde ifade ettiği hedefi vasıtasıyla artık ülkede dinamiklerin Batılı bir işleyiş çerçevesinde şekilleneceklerini ilan etmiştir. Fakat, kurumsal düzeyde gerçekleştirilen çabaların, yeni devletin kuruluşunun sekseninci yılına ulaştığımız şu günlerde dahi içselleştirildiğini iddia etmek mümkün değildir. Dolayısıyla da imparatorluğun çöküş yıllarından miras alınan orijinalite eksikliği düşünce alanında etkisini aynen devam ettirmektedir. Sosyal bilimler alanında arzı endam eden pek çok Cumhuriyet yazarı, ya dar kalıplar içine sıkışmayı tercih etmişler, ya da zamanın gözdesi bir akım ya da düşünürün görüşleri üzerinde kalem oynatmayı münasip bulmuşlardır. Bu genel geçer kuralın istisnası sayılabilecek Hilmi Ziya Ülken, Nurettin Topçu, Kemal Tahir, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, İdris Küçükömer gibi orijinal isimler ise çokluk bir “anlaşılmazlık” kisvesi altında göz ardı edilmişlerdir.
Şair kimliğiyle öne çıkan, daha gençlik yıllarında Türk şiirinin önde gelen isimleri arasında telâffuz edilen, ilginç siyasî geçmişi sebebiyle tartışmalara konu olan İsmet Özel’in düşünce serüveni ise yukarıda saydığımız isimlerden bazı yönleriyle farklı özellikler taşımaktadır. Gerçi, o da en az diğerleri kadar, belki de daha fazla, “anlaşılmaz” yaftasını taşımakla ödüllendirilmiştir(!). Fakat, Özel’in çokluk gazetelerde kaleme aldığı denemelerinden derlemiş olduğu yazıları, Türkiye’de düşünceye önem veren her kesimden okur için takip edilmesi zorunlu metinler olarak belirmiştir. Dolayısıyla İsmet Özel, ulaştığı okuyucu oranı itibarıyla hiçbir zaman için “göz ardı edilebilir” olmamıştır. Fakat bu durum, yazarın metinlerinin avamileşmesi ile de neticelenmemiş, İsmet Özel, okuruna bir şeyler anlatmak için seviyesinden taviz veren bir yazar olarak değil, okurunu kendi seviyesine çekebilen bir yazar olarak ayrıcalık kazanmıştır. 1977’de yayımlanan ilk telif eseri Üç Mesele’den bu yana güncel meselelere tıkanıp kalmayışı ve her bir yazısının üzerinden geçen yıllara rağmen taze kalışı bu ayrıcalığın hem sebebi, hem sonucu olarak görülebilse gerektir.
İsmet Özel’in orijinalliği salt bu ayrıcalıkla sınırlı kalmaz; Batılı kaynaklarla beslenmiş bir düşünür olmasına rağmen Müslüman bir zihin yapısıyla meselelere yaklaşabilme uğraşı veren Özel, denemelerinde öne çıkan tutarlıktan taviz vermez üstün mantık kurgusu ile ancak Batılı düşünürlerle kıyas edilebilir bir düşünsel yapı sergilerken, tartıştığı konulara getirdiği yaklaşım itibarıyla da nakli kaynaklardan beslenen bir yirminci yüzyıl Müslümanı olabilmek için gayret sarf etmektedir. Bu anlamda Özel’in, hem Tanzimat aydınlarını, hem de Cumhuriyet entelektüellerini malul bırakan orijinalite yoksunluğundan uzakta olmasının yanı sıra, ülkenin iç dinamiklerinden yola çıkmaya özen gösteren yaklaşım tarzı ile de nevi şahsına münhasır bir düşünce adamı portresi çizdiği gerçeğinin hakkını vermek gerekir.
Öte yandan, yirmi beş yıllık yazarlık serüveni boyunca “düşünmek üzerine düşünmek” noktasından öteye geçememiş oluşu İsmet Özel’in en büyük handikabı olarak önünde durmaktadır. Her fırsatta gidilecek bir yoldan önce beraber yürünecek yol arkadaşlarının gereğine vurgu yapan yazarın, söz konusu itirazı önemli bir gerekçe olmakla birlikte, zikrettiğimiz çeyrek asırlık dönem boyunca “yeterli” derecede yol arkadaşının ortaya çıkmadığına inanmak güçtür.
Elbette Özel’in öncelikle bir şair olması ve yazmaya bir görev duygusu ile başlayıp, onu (son zamanlara kadar) bu anlayış çerçevesinde sürdürüyor oluşu, durumun mahiyetini değiştirmektedir. Yazar, kimi ipuçlarından (imgelerden mi demeli?) yola çıkarak genele yönelik bir şeylere işaret etme çabası içindedir ve pek çok defa yinelediği gibi, okuyucularına hazır çözümler önermek niyetinde değildir. Pek bildik olmayan bu tavır, doğal olarak, düşünürlerden kendi hayatlarında kullanabilecekleri reçeteler bekleyen kimi okuyucuların yazarı “bir şey söylememek”le itham etmeleri ile neticelenmiştir. Ne var ki bir yazısında kendi paradigmasını “O iş senin bildiğin gibi değil” ifadesiyle özetleyen Özel, çeyrek asır boyunca, Türkiye’nin, bu ülkede yaşayan Müslümanların dünya sistemi adını verdiği muhayyel zulüm düzenine karşı söyleyecek bir şeyleri, verecek bir cevapları bulunduğunu ifade etmiş, bu cevaba giden yolun izlerini keşfetmeye çabalamakla kalmamış, nelerin bizi yolumuzdan çevireceğine yönelik kaygılarını da okuyucularıyla paylaşmıştır. Bu anlamda şairin yazdıkları hiçbir işe yaramadılarsa bile, birilerinin “uyanık” kalmasına katkıda bulundukları rahatlıkla söylenebilir.
Dahası bu yazılar, -Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla beraber- Batılı düşünme tarzının sürekli empoze edildiği ve bu tarza karşı bir itiraz geliştirebilecek entelektüel donanımdan yoksun bulunan Türk okuyucusunun, farklı bir bakış açısı kazanmasına vesile olmuştur ki, sadece bu bile yazann emeklerinin heba olmadığının bir göstergesidir.
Diğer yandan Özel, zamanın modası düşünce akımlarının rüzgarına kapılmaktan gerek kendisi imtina ettiği, gerek okuyucularını da bu konuda ikaz ettiği için hem salim bir kafa yapısının örneğini kendisi vermiş, hem de okuyucularını Türkiye’de her dönem varlığı hissedilen zihinsel karmaşanın uzağında tutmak için gayret sarf etmiştir. İşte bu nedenle olsa gerek ki, Özel’in yıllar önce kaleme almış olduğu bir metin bile bugün için tazeliğini korumakta ve düşünsel bir çabanın, bu ülkenin kendi dinamiklerinden yola çıkmaya özen gösteren düşünsel bir çabanın öneminin farkında olan her kesimden Türk okuyucusu için önem arz eden bir metin olarak varlığını korumaktadır. Ve Özel’in Türk düşünce dünyası içindeki yeri, aynı sebepten dolayı, zaman geçtikçe daha da perçinlenecektir.
Yalnız İsmet Özel’in son dönemde bir çıkış yaparak tenezzülen sürdürdüğü yazma eylemine son verdiğini açıklaması (özellikle de bunu yaparken seçtiği mecra ve üslup) İsmet Özel’i takip eden okuyucuları için şaşırtıcı olmuştur. Anlaşılan o ki Özel, bir düşünür olarak kat ettiği mesafenin yeterli olduğuna karar vermiş görünüyor. Doğrusu ifade de ediyor bunu. Bu dönemde neredeyse magazin sayfalarında ve uzaktan yakından alaka kuramayacağınız bağlamlarda İsmet Özel’le karşılaşmak mümkün artık. Seçkinci tavrıyla öne çıkan şair İsmet Özel hiç de eklektik sayılmayacak yollar seçerek bir amaç hedefliyordur kuşkusuz, fakat bunun en azından bu yazıda değerlendirilebilecek bîr gerekçesinin olmadığı açık.
Zor Zamanda Konuşmak
İsmet Özel’in 1977-79 ve 1981-82 yılları arasında Yeni Devir gazetesinde kaleme aldığı yazılardan derleyerek oluşturduğu Zor Zamanda Konuşmak, şairin bir yazar, köşe yazarı olarak okurun karşısına çıktığı ilk yazıları içermektedir. Daha yazıların yayımlanmaya başladığı ilk günlerden itibaren her fırsatta bir görev duygusuyla, üstüne düşen bir borcun ödenmesi düşüncesiyle yazmaya başladığını ifade eden Özel, yazılarında sürekli olarak bir paylaşım endişesini taşımaktadır. Bu nedenle de öncelikli olarak okura niçin yazar olduğunu, bu yazılarla nereye varmak istediğini, okurla arasında hangi türden bir ilişki kurmayı arzuladığını anlatabilmek için çaba sarf etmiştir. Zor Zamanda Konuşmak kitabının “Sahne Işıkları” adlı ilk bölümünde özellikle öne çıkan bu çabanın bir benzerini İsmet Özel okuyucuları, yazarın çok sonraları Milli Gazete’de yazmış olduğu yazılardan derlenen “Tahrir Vazifeleri” serisinde bulabileceklerdir. Özel’in kendi ifadesiyle, “… olaylara ben böyle bakıyorum, acaba sen de öyle bakabilir misin?” şeklinde beliren bir anlayışla ortaya çıkan yazılar, sanattan siyasete, zamandan kültüre, bilim anlayışından insana yönelik yaklaşımlara kadar pek çok alana değinmektedir. Ancak, değinilen konulardaki farklılık temelde tek bir kaygının güdüldüğü noktasını gözlerden kaçırmaz. Bir Müslümanın çevresinde gelişen olayları Müslüman olmaklığının gereğince değerlendirmeye çalışması şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşım İsmet Özel’in yazma macerasının temelini oluşturur. İşte bunun içindir ki İsmet Özel’in gündelik herhangi bir olayı değerlendirme amacıyla kaleme aldığı bir yazı bile -bu dahi nadiren gerçekleşir- yıllar sonrasında okunduğunda orijinalliğinden, değerinden bir şey kaybetmez. Bu anlamda İsmet Özel, 1970’lerin ikinci yarısında istisnai bir kalem olarak belirmiştir. Denilebilir ki, bir felsefe geleneğinden söz etmenin imkansız olduğu Türkiye’de İsmet Özel, Türk düşünce hayatında -bir mecburiyet hissinin zorlamasıyla da olsa, belki de bu mecburiyetin sayesinde- orijinal bir düşünür olarak ortaya çıkmış ve zaman geçtikçe de yerini sağlamlaştırmıştır. Zor Zamanda Konuşmak bu bakışla ele alındığında, Türkiye’nin en orijinal düşünürünün ilk adımlarını gözlemlemeye imkan sağladığı için mutlaka okunmalıdır.
Üç Mesele
İlk baskısı 1978 yılında yapılmış olan Üç Mesele, İsmet Özel’in ilk deneme kitabı, şiirleri haricinde kaleme aldığı ilk telif eser olmasının yanında değindiği konular itibariyle de bir ilk olma özelliğini taşır. Türkiye’de elektriğin, dolayısıyla da televizyon, buzdolabı gibi elektronik eşyaların yaygın bir kullanım alanını daha yeni yeni kazanmaya başladığı yıllarda Özel, teknik, medeniyet yabancılaşma gibi kavramları mercek altına almaktadır. Modern hayatın, daha teknoloji merkezli bir hayatın büyüsü ile tanışıklığının ilk dönemlerini yaşayan Türk toplumunu bekleyen tehlikeye işaret etmekle yetinmeyen yazar, söz konusu tehlikenin dünyaya ve hayata yönelik Batılı bakış açısının sapkınlığından kaynaklandığını da ifade eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından itibaren izlediği eğitim politikasının pozitivizm bünyesinde şekillendiği ve her Türk ferdi için Batının bir hedef olarak belir(til)diği gerçekleri göz önüne alındığında İsmet Özel’in Üç Mesele vesilesiyle vurguladığı modernizm eleştirisi Türk düşünce dünyasını takip edenler için en hafif ifadeyle alışılmadıktır. Öyle ki söz konusu yıllarda Batı’ya karşı temkinli duruşlarıyla öne çıkan Müslüman çevrelerde dahi “Batının fen ve tekniğini alıp ahlakını reddetme”nin ötesine geçen bir eleştirel yaklaşımdan söz etmek mümkün görünmemektedir. Oysa İsmet Özel Batı düşünce tarihinin bütüncül bir sorgulamasının gereğine dikkat çekmektedir. Bu noktada denebilir ki, Üç Mesele, 1980’lerin ortasından itibaren sıkça görülen modernizme eleştirel yaklaşan tercüme kitaplar furyasını öncelemiştir. Ne var ki Üç Mesele’nin orijinalliği sadece tespitlerinin keskinliğinden ibarettir. Kitap, bir Müslümanın önüne çıkan meselelere nasıl bakması gerektiğine, Müslümanca bir bakışın imkanına yönelik önerileri (ki İsmet Özel’in tüm yazı macerası bu çaba çerçevesinde ilerlemiştir) içermektedir. Bunun içindir ki Özel, sonraki yıllarda Türkiye’de moda olacak post-modernist çevirilerin de, Paul K. Feyerabend, Ivan Illıch gibi yazarların da hem bir adım önünde yer almaktadır, hem konumunu onlardan farklı bir yerde tutmaya özen göstermektedir. Onların önünde yer almaktadır; çünkü Özel, Batı düşüncesinin başımıza bela ettiği sorunların eleştirilerinin Batılı düşünme tarzı ile sağlanamayacağına işaret ederek, gerek post-modernist yaklaşımların, gerek bilim felsefesindeki anarşist tutum sahiplerinin, neden yirmi birinci yüzyılı dahi göremedikleri sorusunun cevabının ipuçlarını daha yıllar öncesinden vermiştir. Konumunu onlardan farklı bir yerde belirlemiştir; çünkü seslendiği yer, Batı ile sürekli ilişki içerisinde bulunan ve fakat Batı düşüncesinin sebep olduğu, modernizm kavramından ve türevlerinden büyüyen sorunun oluşmasında pay sahibi olmayan Müslüman Türkiye’dir. Bu durumun, modern insanın içinde bulunduğu sorunu çözme anlamında bir imkan doğurup doğurmadığı sorusu Türk düşünce dünyası için anlamını hâlâ yitirmemiştir.
Faydasız yazılar
İsmet Özel, Faydasız Yazılar’ın Şule Yayınları’ndan yayımlanan beşinci baskısında “…bu yazılar kümesini kendi aydınlanması peşinde giden bir adamın tasarılarını paylaşma çabası diye kabul edin” diyor. Her ne kadar özel yukarıdaki açıklamayı sadece Faydasız Yazılar için kullanmış olsa da, İsmet Özel’in tüm yazı hayatını aynı şekilde aynı şekilde ele almak bir yanlışlığa yol açmayacaktır. Yazar, Üç Mesele’de de, Zor Zamanda Konuşmak’ta da, Tehdit Değil Teklif’te de söz konusu çabanın neticesi olan yazılar kaleme almıştır. Üç Mesele’de teknik, medeniyet, yabancılaşma kavramlarını sorgulayan, Zor Zamanda Konuşmak’ta okuyucularıyla ortak bir düşünme mecrası oluşturma çabasına giren; Tehdit Değil Teklif’te, Türkiye’nin önünde bir imkan olarak beliren İslamcılığın neyi önerdiğini okuyucularıyla beraber anlamaya çalışan Özel, Faydasız Yazılar’da insanın ne olduğu, ne olmadığı sorunsalına eğilmektedir. Yazarın gerek daha önceki yazılarında görüldüğü, gerek daha sonraki yazılarında görüleceği üzere Faydasız Yazılar’da da temelde Batı düşüncesi ile bir hesaplaşma ve Müslümana mahsus bir düşünme sistemini hayata geçirme arzusu yer almaktadır. Yalnız, bu düşünce sistemi tanımlaması ile Batı felsefe geleneğinde yer alan sistem anlayışı birbirlerine karıştırılmamalıdır. Gerek Platon, Aristoteles gibi ilk çağ filozoflarında gerek Descartes, Hegel gibi yakın çağ filozoflarında sistem denilince statik, kalıplaşmış bir düşünme tarzı anlaşılır. Oysa İsmet Özel, nasıl düşünülmesi gerektiğine yönelik bir kollektif düşünme sistemi üzerine yoğunlaşmakta, handiyse meta-felsefe yapmaktadır. Faydasız Yazılar’da dolayısıyla, Taştan Yemek Yasak, Bakanlar ve Görenler ve Surat Asmak Hakkımız kitaplarıyla paralel olarak, bu çabanın önemli bir halkası olduğu gerçeği ışığında okunmalıdır.
Waldo Sen Neden Burada Değilsin
Waldo Sen Neden Burada Değilsin, şairin kendi masalını yıkmak için kaleme aldığını ifade ettiği otobiyografisi. Ne var ki bu otobiyografi biyografilerde alışık olduğumuz hayat hikayesi anlatma kalıplarına pek de uymuyor. Çünkü en az şairin kendi hayatında yer alan değişmeler kadar, Türk şiiri ve Türk siyasi hayatındaki gelişmeler de hikaye içinde merkezi öneme sahipler. Gerçi İsmet Özel’in, daha kitabın önsözünde yaptığı, kitabın konusunun şiir ve siyasi bağlanmanın çakıştığı alanlar olacağına yönelik uyarası durumu beklenmedik olmaktan çıkarıyor. Dahası Özel tarafından, anlattığı masalın en önemli isimlerinin şair, komünist ve Müslüman olarak belirdikleri/belirecekleri hususunda da ikaz ediliyoruz. Dolayısıyla kitap boyunca, İsmet Özel’in yaşam öyküsü ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kırk beş yılının hikayesi koşut ilerliyorlar. Böylelikle de, yazarın kendi masalı içerisinde önemi rol oynadıklarını ifade ettiği şair, komünist ve Müslüman kelimelerinin ne anlamda masal kahramanı olma özelliği kazandıklarını, gerek İsmet Özel’in bireysel tarihi, gerek Türkiye’nin yakın tarihi ile irtibatlandırarak keşfedebilme şansına sahip oluyoruz. Bir şair olarak İsmet Özel’in kim olduğu, bir komünist olarak İsmet Özel’in kim olduğu, bir Müslüman olarak İsmet Özel’in kim olduğu sorularının, Türkiye’de genel itibarıyla sanatın, özelde şiirin hangi nitelikleriyle değer kazandığı, altmışlı yıllarda komünizmin, seksenli yıllarda İslamiyetin/İslamcılığın bu ülke için ne anlama geldikleri sorularından bağımsız olarak ele alınamayacağına işaret eden yazar, bu vesileyle akranlarına, şiirinin izleyicilerine hali hazırda bulunuyor olduğu yerde neden bulunuyor olduğu sorusunun cevabını veriyor. Dahası, herkesin kendi masalı üzerine aynı cesaretle gitmesinin gereğini vurgulayarak, kendi yaptığı türden bir oto-eleştirinin hayatiyet kazanmasının gereğine atıfta bulunuyor.
Kitabın yayımlanmasının üzerinden geçen yıllar içinde Waldo Sen Neden Burada Değilsin‘de İsmet Özel’in yaptığı önerinin bir karşılık bulup bulamadığı kuşku götürür. Çünkü görünen o ki Türkiye yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla, masalların örtülerinin açıldığı değil onların üstüne bir kat daha örtü çekildiği bir ülke olarak girmiştir. Dolayısıyla da, bu ülkede yaşayan, sanatla, siyasetle bir bağ kurmayı varoluşunun bir gereği olarak gören, bir kimlik sahibi olmayı -hâlâ- önemseyen herkes için Waldo Sen Neden Burada Değilsin, orijinalliğini muhafaza eden bir metin olarak anlaşılmayı, okunmayı beklemektedir.
Cuma Mektupları—VI
İsmet Özel’in Gerçek Hayat dergisinde yayımladığı “mektup”ların bir araya getirilmesi ile oluşturulan Cuma Mektupları-VI çok açık şekilde öne çıkan Türklük vurgusu ile yazarın önceki eserlerinden ayrı bir yere oturmaktadır. Her ne kadar kitaptaki yazılar son birkaç senenin ürünü iseler de, İsmet Özel takipçileri, Özel düşüncesinin yeni bir mecraya doğru ilerliyor olduğunun ip uçlarını daha 1997 yılının ortalarında almışlardır. Tehdit Değil Teklif’te sözü edilen siper alegorisinden yazar bu tarihlerde vazgeçmiş; ortada bir siper bulunduğu düşüncesini taşıyarak yazma macerasını devam ettirdiğini ve fakat (o günler itibariyle) geldiği noktada bu düşüncenin bir yanılsamadan ibaret olduğunu anladığını ve fakat kendisinin yazmayı sürdüreceğini çünkü olur da birileri oraya gelirlerse, görevini yapmamış olmaktan dolayı kendini suçlu hissedeceğini ifade etmiştir. Sözünü ettiğimiz yıllarda, Millî Gazete ve Yeni Şafak‘ta yazdığı köşe yazıları aracılığıyla kendi yanılsamasının sebeplerini Müslümanların bir sipere sahip olmamalarının gerekçelerini irdeleyen Özel, Türkiye’deki İslamcıların dünya sistemi adını verdiği güç odakları tarafından 1980’lerin ortalarından (ve özellikle de Doğu Bloku heyulasının sistem tarafından tasfiyesinin gerçekleştiği 1989 yılından) itibaren tedavüle sokulan evrensellik, hümanizm, küreselleşme, demokrasi insan hakları, çok kültürlülük gibi kavramlar karşısındaki tutumları üzerine eleştirilerini yoğunlaştırmıştır. Gerçi söz konusu kavramlar İsmet Özel tarafından daha yazmaya başladığı yıllardan bu yana sürekli sorgulanan, hesaplaşılan kavramlar olagelmiştir. Fakat denebilir ki artık sorgulamanın, hesaplaşmanın bağlamı değişmiş; Özel Türkiye’nin İslamlaşma hikayesinin kesintiye uğramasının sebebi olarak, İslamcıların bu kavramlara yönelik geliştirdikleri sağlıksız tutumu göstermiştir. Ve tüm bu Batılı kavramların karşısına tek kelimeden ibaret bir cevap önerisiyle de (Türklük), Cuma Mektupları-VI’da karşımıza çıkan yazıların yazılma sürecine gelinmiştir. İsmet Özel’e “Türklüğün Şartı Beştir” yazısını yazdıran Türklük=Müslümanlık denklemi etrafında gelişen tartışmalar çerçevesinde yazarın “İslamcı” cenahtan aldığı eleştiriler, bir noktanın, “İslamcıların” -İsmet Özel’in işaret ettiği- zihinsel bulanıklığının her geçen gün biraz daha arttığı noktasının, tartışılmaz olduğunu ortaya çıkarmıştır. Son yıllarda karşımıza çıkan tablonun Türkiye’yi sürüklemekte olduğu ortam, söz konusu bulanıklığın nelere gebe olduğunun işaretlerini vermektedir. Zaman, İsmet Özel’in mi, muarızlarının mı haklı olduğunu gösterecektir. Eğer bunun bir anlamı -hâlâ- kalmış olursa. Bu bağlamda İsmet Özel okuma serüveninde Cuma Mektupları-IV ve serinin diğer kitapları beraberce değerlendirilmelidir.