Türkçe postmodern edebiyatın başyapıtı kabul ediliyor. Bu şöhretini ikili anlatımına, tarihle bugünü, gerçekle hayali iç içe koymasına ve ulusal kültürü tartışmaya açmasına borçlu. Bugün postmodern kabul edilen Oğuz Atay’dan farklı olarak Orhan Pamuk sanatını dışarıdan almıştır. Türk yazarlardan çok John Fowles, Amin Maalouf, Umberto Eco gibi postmodern Avrupalı yazarlarla birlikte anılması boşuna değil. Pamuk için malzemesi Türkiye olan postmodern yazar diyebiliriz. Borges ve olay örgüsü taktikleri, Thomas Mann ve bir çevreyi anlatmak için malzeme depolama tekniği Pamuk üzerinde Türk edebiyatından, giderek Türkiye insanından daha çok etki yapmış görünüyor. Beyaz Kale’de Umberto Eco’yu, Sessiz Ev’de William Faulkner’ı fazla andırır Orhan Pamuk. Kara Kitap’ta belli düzeyde bir özgünlüğe ulaştığı söylenebilir. Bunun başlıca iki nedeni var: Birincisi, malzemenin tamamen kendine ait olması, Nişantaşı’nı anlatmasıdır. İkincisi, modern Türkiye tarihi hakkında Osmanlı dönemine yaslanarak fikirler ileri sürmesidir. Mesela, komünizmin Türkiye’de başka Batılı fikirlere göre kolay yer bulmasını Osmanlı’dan beri Balkanlarda yaygın olan Bektaşi kültürüyle açıklar Pamuk. Burada uzaktan ve kısmen Kemal Tahir’i andırır. Veya kenar mahalleye yerleşen devrimci epizodunda Oğuz Atay’dan yararlandığını görürüz. Orhan Pamuk’un teknik ve taktikleri, anlattığı olaylar ve yorumları henüz eskitilmemiş, çoğu defa okuyucu katında sahip olduğu popülerlikle eleştirmenlerin sert eleştirileri arasında sıkışıp kalmıştır. Tümüyle kabul veya tümüyle reddetmeksizin tartışılmaya başlandığında, Orhan Pamuk’un eserlerinin, özellikle Kara Kitap’ın ne oranda aşınıp ne kadarının sağlam kalacağı anlaşılabilir.