Kepler’in deyişiyle camera obscura, İbnü’l Heysem’in deyişiyle beyt muzlim’in ne olduğunu anlatmadan önce, bugün ona borçlu olduğumuz aletleri ve bu önemli keşfi kimin gerçekleştirdiğine bakalım. Karanlık oda, Çinli düşünür Mohi’den Aristo’ya, İskenderiyeli Theon’dan el-Kindi’ye kadar, yalnız ışığın doğrusal çizgiler halinde yayıldığını kanıtlamak için kullanılmış bir araçtı. Çevresinin resmini düz bir ekrana düşüren optik bir alet olduğu vurgulandıktan sonra da fotoğraf makineleri ve kameraların icadına gidecek uzun yolun ilk adımı atılmış oldu. Bu adımı, 20. yüzyılın başına kadar bilindiği Roger Bacon mı, da Vinci mi ya da Witelo mu atmıştı? 1900’lerin başlarında yapılan çalışmalar sonucunda, karanlık odanın tam ve açık tanımının bu isimlerden çok önce, muhtemelen el-Farisi tarafından yapıldığına dair bazı tartışmalar yaşandı. Ama gerçek hala bulanıktı ve asıl mucide ulaşılamamıştı. Bunun sebebi Batı’da deney ve gözleme verilen değerin 1600’lerin başında François Bacon tarafından arttırılması ve kaynak taraması yapılırken asıl mucidin eserlerinin, 1572’de, yaşadığı dönem itibariyle deneye ve deneye ilişkin açıklamalara önem vermeyen Friedrick Risner’in Latince çevirisiyle yer almasıydı. İbnü’l Heysem’in renk ve ışık teorileri içerisinde yaptığı eksiksiz karanlık oda tanımı, Batılı bilgin için pek bir şey ifade etmediğinden çevirisine dahil etmemiş. Zaten Bacon ve Kepler de, Heysem’e onca atıfta bulundukları eserlerde, teoriyi deney ve gözlemden öne çekmeyerek, yöntem üzerindeki gerekli tecrübeyi gelecek nesillere bırakmışlardır. Bu iki sorumuza cevap verdikten sonra, karanlık odanın tarifine Heysem’in gözünden bakalım.
Heysem, bir gözlemcinin şamdan sağlayıp bunları içine gireceği odanın dışına yerleştirip kapıya küçük bir delik açarsa karşı duvarında şamdan sayısı kadar ışık bulacağını, bu ışıkların delikten geçtiği için de kaynağı olan şamdanın tam karşısında bulunacağını söylerken hem ışığın yayılma karakterini hem de karanlık odanın çevresinin resmini düz bir yüzeye düşürebildiğini keşfetmiştir. Ayrıca Heysem’in tarifine, “Bu durumun her zaman ve kolaylıkla sistematik olarak gözlemlenebilmesi mümkündür, bu da gözlemcinin karanlık bir gece de bir oda araması yoluyla olur.” şeklinde başlaması da günlük hayatın gözlemine verdiği önemi ortaya koyar. O, deneyi sade ve herkes tarafından anlaşılabilir bir yöntem olarak benimsemiş, ayışığını ve ışığın kırılmasını gözlemleyen aletlerinde olduğu gibi gerçeği çıplak veya en az müdahale sonucu keşfetmeye değer vermiştir.
Peki, nasıl oldu da yanlış bir çeviriyle Batı’ya giden eser, buradaki bilginlere beyt muzlim (karanlık oda) hakkında aydınlatıcı bilgiler verdi ve gelişim basamaklarını tırmanılmasının önünü açtı? Çağını yakından takip eden bu mucitler ve bilim adamları dünyayı yalnız bir kaynaktan takip etmiyorlardı. İbnü’l Heysem’in olmasa da ondan sonra gelen el-Farisi’nin veya diğer İslam bilginlerinin eserlerinde karşılaştıkları onlar için bir rehber oldu. Bunların daha ötesinde, kişisel çabalar ve çeviri gayretleri de kendilerine ait kütüphaneler yaratmalarına ve eserleri doğru analiz etmemelerindeki en büyük etkendir.