Üzerine baskı yapılmış sayfaların iki tarafı kapaklanarak oluşturulan kitaplar, yazılı kültürün ana taşıyıcısı olarak, eski çağlardan beri çeşitli biçim ve amaçlarla kullanılmıştır. “Bir araya getirmek” anlamına gelen Arapça “ketb” kökünden türeyen kitap, İslami literatürde, Kuran-ı Kerim’i, mektubu, vahyi veya bir eserin ana konularından birini de ifade eder.
İlk zamanlarda sayfalar birbirlerine iliştirilmeden kullanılıyordu. Bunun sebebi yazı yazılan yüzeyin kil levha olmasıydı. Güneşte kurutulan bu levhalara çiviyle yazılırdı. Dünyanın en eski kütüphanesi olan Nineva’da, Asur İmparatoru Assurbanipal’in Sümer ve Akkad metinlerinden kopya ettirdiği 20.000 tablet bulunmuştur.
M.Ö 3. bin yılda, Mısırlılar papirüslerini birbirine tutturarak saklıyorlardı. Rulo biçimindeki bu tomarlar, sütun halinde yazılıyor, bir sonraki metne geçildiğinde sopalar çevrilerek sarılıyordu. Bu papirüs tomarlarını Romalılardan itibaren birçok millet kullanmış ama Ortaçağ’da papirüsün kullanımı son bulmuştur. Günümüzdeki kitap formunu sağlayacak “parşömen”in icadı ise ilginç bir hikayeye dayanır: Mısır’ın İskenderiye Kütüphanesi ile Bergama Kütüphanesi kitap sayısı bakımından rekabet halindedir. İskenderiye’de 700 bin kitap varken Bergama, papirüsü Mısır’dan ithal etmesine karşın 200 bin kitaba ulaşmıştır. Mısır yönetimi Bergama’nın daha fazla kitaba sahip olmaması için papirüs ihracatına son verir. Bunun üzerine Bergamalılar kendi kağıtlarını, “Bergama usulü” anlamına gelen parşömeni icat eder.
Kuran’ın kitap halindeki şekli olan mushaf, İslam dünyasının iki kapak arasındaki sayfalardan oluşan ilk kitabıdır ve Hz. Ebu Bekir döneminde bir araya getirilmiştir. Kısa süre içerisinde, ilme verilen önemle birlikte yazılı kültür ve kitap sayısı genişlemiştir. Her ne kadar Arap kültüründe sözlü gelenek daha mühim sayılıp binlerce sayfalık yazılarını hafızadan okuyan yazarlar bulunsa da; bu kitapların yaygınlaşmasını engellememiştir. Hatta Abbasi halifesi Harun Reşid, savaş tazminatı olarak Bizans’tan Antikçağ filozoflarının kitaplarını istemiştir. O çağlarda herhangi bir İslam kütüphanesi, Batı’nın tüm kütüphanelerinden daha fazla kitaba sahipti.
Türklerin resimyazı dışındaki yazı sistemleriyle Uygurların Budizmi kabul ettiği dönemde tanıştığı düşünülür. Ciltçiliğe de bir hayli önem veren Uygurların bu dinî ağırlıklı yazıları, dünyanın sanat eseri niteliği taşıyan ilk ciltleri olarak da anılır.