Köşe Yazısı

Konstantin’in ihtidası

Burhan Gençyaşar / 23.12.2015

Dördüncü yüzyılın kültürel ve dinî buhranı dünya tarihinin en tesirli olaylarından biridir. Kaynağını Roma İmparatorluğu’nun 3. yüzyılda geçirdiği krizde bulan bu dönemde, Büyük Konstantin’in (284-337) hükümdarlığı sırasında resmî olarak tanınacak Hıristiyanlık ile eski moda pagan kültürü karşı karşıya geldi ve ortak bir zemin bulamayacağı düşünülen bu taban tabana zıt iki görüş tedricen kaynaşıp nihayetinde Hıristiyan-Grek-Doğu temelli bir kültüre, Bizans’a evrildi.

Roma İmparatorluğu’nun yaşadığı bu dönüşümün başlıca müsebbibi olan Büyük Konstantin’in hükümdarlık süreci belki de bu yüzden birçok tarihçi ve teolog tarafından çalışıldı. Konstantin’in hangi niyetle Hıristiyan olduğu sorusu bu çerçevede yürütülen tartışmaların merkezine oturdu. Çünkü Hıristiyanlık azınlık bir Ortadoğu dini olmaktan çıkıp dünya çapında yaygınlığa kavuşma fırsatına sahip olmasını büyük oranda Konstantin’e borçludur. Bu sebeple, uzmanlar hiçbir zaman cevabından emin olamayacakları bir sorunun peşine düştüler: Konstantin kişisel bir kanaat sonucu mu, yoksa siyasi amaçlarına ulaşma niyetiyle mi Hıristiyan oldu?

Cevapların doğruluğundan emin olamayız elbette. Çünkü birilerinin göğsünü açıp kalbine bakma imkanı hiçbir insana verilmemiştir. Bu sebeple, ancak Allah bilir şeklinde bir cevap en doğrusu olacaktır. Ancak konu etrafında yürütülen tartışmalara bakmak, Konstantin’in hayatına, hayatını kaydeden çağdaşı kaynaklara ve bu kaynakların değerlendirmesine imkan sağlaması bakımından hâlâ kıymetli bir teşebbüs olabilir.

Bu sorunun çözümünü zorlaştıran en önemli sebeplerden biri orijinal kaynaklardaki çelişkilerle alakalıdır ve yakın zamana kadar bu hususta herhangi bir fikir birliğine varılabilmiş değildir. Öncelikle belirtelim ki Konstantin ve Hıristiyanlık ilişkisine dair en önemli vesika Kaysaryalı Eusebius’un yazdığı Life of Constantine idi. Fakat, başta H. Gregoire’ninki olmak üzere birtakım çalışmalar bize miras kalan biyografinin Eusebius’un çekirdek çalışmasını kapsadığı halde eserin büyük bir kısmının sonraki bir döneme ait olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla, Konstantin’in ihtidasını çalışanlar, bu metnin doğruluğuna, Konstantin’in çağdaşı olan Eusebius’un bir çalışması olabileceği gibi sonraki dönemlere ait bir derleme de olabileceği ihtimalinden dolayı şüpheyle yaklaşmalıdır.

Bu noktada somut bir örnek teşkil etmesi bakımından Konstantin’in Maxentius’a karşı giriştiği Milvian Köprüsü Savaşı (312) sırasında gördüğü iddia edilen meşhur hayalden bahsedilebilir. Rivayete göre, gökyüzünde üzerinde “İşte bu kılıçla fethedeceksin” sözleri olan mucizevi bir parlak haç belirir; ardından ihtida gerçekleşir. Akabinde labarum yükselir ve zafer gelir. Ne var ki bu hikayenin geçtiği tek kaynak Life of Constantine’dir. Yani bu hayati olayın çağdaşı hiçbir kaynakta bilgi bulunmamaktadır, ne Ammianus Marcellinus, Sextus Aurelius Victor ve Eutropius’un kayıtlarında, ne de Praxagoras, Bemarchius veya Sardesli Eunapius’un kitaplarında.

Burada bir diğer sorun ortaya çıkar. Bu da Kaysaryalı Eusebius’un bir önceki çalışması olan The Ecclesiastical History’de bu hayalden bahsetmemiş oluşudur. Daha da ilginci, Kilise babalarının Aziz Augustinus’a kadar olan dönemde, Aziz Augustinus’un kendisi de dahil olmak üzere bu hadiseyi görmezden gelişidir. Dolayısıyla, bu kaynağın tamamının doğruluğundan rahatlıkla şüphe edebiliriz.

Kaynaklardaki ikinci karışıklık Konstantin’in karakteriyle ilgili tasvirlerde kendini bulur. Bu anlamda, Hıristiyan bir piskopos olan Eusebius ile bir pagan olan Zosimus’un tarihî kayıtlarına eşzamanlı olarak bakmak, konunun aydınlanmasına yardımcı olacaktır. Eusebius, Vita Konstantini’de Konstantin’in karakterini betimlerken “Aziz Konstantin ruhunun cesaretiyle, zekasının şiddetiyle, söylevlerinin bilgeliğiyle, adalet duygusunun doğruluğuyla, savaşta gösterdiği yiğitlik ve metanetle gerçekten de her bakımdan güzide bir insandı” derken, Zosimus Historia Nova kitabında Konstantin’in karakterini şöyle değerlendirir: “Bütün güç yalnız Konstantin’in elinde toplandığında, tabii kötülüğünü daha fazla saklamadı ve kendisinde her konuda istediği gibi davranma özgürlüğünü buldu… ve, dahası, sözlerini hiç tutmadı…”

Orijinal kaynakların tutarsızlığı hesaba katıldığında Konstantin’in ihtidasını çalışan tarihçi ve teologların bu son derece çetrefil konuda sağlam bir görüş bildirmelerine neden yeterince somut dayanak olmadığı daha iyi anlaşılabilir. Bu sebeple, konu hakkında önyargıların, peşin hükümlerin mebzul olmasını normal karşılamak gerekir. Bu karmaşıklık ve tutarsızlığın diğer taraftan modern ilim adamlarını Konstantin’in kanaat ve hedeflerini açıklamak için birbirinden çok farklı açıklamalara sevk ettiği de göz ardı edilemez. Bu anlatı ve analizlerde kullanılan kaynaklar Eusebius’un söz konusu kaynaklarından bu görüden hiç bahsetmeyen fakat rüyada gelen bir uyarıya değinen Lactantius’un On the Death of the Persecutors’ına, bazı resmî methiyelerden arkeolojik buluntular, yazıtlar ve sikkelere kadar uzanır.

Bu kaynaklar temelinde bazı tarihçiler Konstantin’in esasında dinsiz olduğunu ve Hıristiyanlığı da siyasi hedefleri için benimsediğini öne sürmüşlerdir. Bazılarına göreyse Konstantin samimi bir şekilde, gerçekten inanç boyutuyla Hıristiyanlığı tercih etmiştir. Konstantin’in Hıristiyanlığa karşı içten bir tutum beslerken pagan geleneklerine bağlı kaldığını gösteren ve ayrıca her iki görüşü de destekleyen görüşler de yok değildir.

Örnek vermek gerekirse, Alman tarihçi Jacob Burckhardt, The Age of Constantine the Great isimli eserinde ihtida meselesinden şöyle bahseder: “Durmaksızın hırs ve kudret arzusu ile hareket eden bir dâhide Hıristiyanlık veya paganlık, bilinçli dinsellik veya dinsizlik söz konusu olamaz; böyle bir kişi, kendisini bir kilise topluluğunun ortasında dururken tahayyül etse bile, özünde dinsizdir.” Konstantin’in hayatındaki tutarsızlıkların onun egoist tavrını ve samimiyetsiz dinî hissiyatını ortaya koyduğunu ileri süren bu sav elbette eleştiriye açıktır.

Zira Burckhardt, A. A. Vasiliev’in de belirttiği gibi, gerçek veya güvenilir olup olmadığını dikkate almadan Life of Constantine’i temel kaynak olarak kullanmıştır. İkinci olarak, Burckhardt’ın metodolojisi de eleştiriye açık kapı bırakmaktadır. Zira tarihî bir karakterin, ancak yaşadığı toplumun ölçüt ve değerleri ışığında değerlendirilip anlaşılabileceği her tür tartışmanın ötesindedir. Bu açıdan, Burckhardt’ın bir anlamda kendi gününün fikirlerini bir başka çağa yüklediği ve karşılığında bunun da savını peşin hükümlü kıldığı iddia edilebilir.

Bu eleştiriyi destekleyen bazı inkar edilemez gerçekler var. Örneğin, çeşitli kültlere inanç, bir başka deyişle dinî bağdaştırmacılık (synkretismus), Konstantin’in de bir parçası olduğu manevi coşkunluk çağında son derece normal karşılanıyordu. Ayrıca, “Herhangi bir 4. yüzyıl Romalısı özünde dinsiz miydi?” sorusu da kesinlikle sorulabilir. “4. yüzyılda serbest düşünürler -eğer böyle kimseler var idiyse- varlıkları farz edilemeyecek veya kolayca kabullenilemeyecek, eşine az rastlanan türden insanlardı” diyen M. Lot’un savı bu eleştiriyi pekiştirir niteliktedir.

Konunun uzmanı bir başka tarihçi olan Eduard Schwartz, The Emperor Constantine and the Christian Church adlı eserinde, Konstantin’in Kilise ile yaptığı ittifak sayesinde Roma dünyasında zafer ve hakimiyet elde etmeye çalıştığı düşüncesini ihtida meselesinin merkezine yerleştirir. Schwartz’a göre Konstantin şeytani bir zekaya sahiptir. Çünkü zaferi hem Hıristiyanların hem de paganların kendisine tabi olduğunu bilmesi isteğinden doğan bir hoşgörüyle elde etmiştir. Schwartz bu çalışmasında aynı zamanda Konstantin’in tek muhalifi Athanasius’un da kişiliğinin bir incelemesini sunar.

1. H. Baynes’e göre, Schwartz’ın analizinin kilit noktası Konstantin ve Athanasius’un kişilikleridir ve böyle bir bakış açısını “Bu kadar aşırı bir basitleştirmenin beşeri kanaat ve amaçların karmaşıklığının hakkını verip veremeyeceğinin şüpheli olması”ndan ötürü eleştirir. Aşırı basitleştirmelerde gerçekten de Baynes’in bahsettiği gibi, tarihî bir karakterin tartışılması noktasında kırılganlıklar vardır. Herkes kişiliğin anahtarını bulduğunu düşünebilir ve kendini bu anahtarın çoğu insanın iç dünyasının kapısını açacağına inandırabilir. Fakat, tek bir anahtar çoğu zaman her saklı duygu, düşünce ve amaç kapısını açmak için yeterli değildir. Başka bir deyişle, insan hayatı o kadar basit değildir.

Konu hakkında bir başka sav geliştiren Adolp Harnack Burckhardt da benzer sonuçlara varmıştır. Harnack, Hıristiyan nüfusu ve İmparatorluk üzerindeki etkilerini incelediği The Expansion of Christianity in the First Three Centuries adlı eserinde Hıristiyanların nüfusunun çoğunluğu oluşturmasa bile Anadolu’da etkili ve yoğun oluşlarına dikkat çeker. Bunun bir sonucu olarak, Konstantin Galya’dayken Anadolu’da büyük güç sahibi olan Kilise’nin desteğinden istifade edebileceğini düşündü. Bu fikre Nikomedia’da Diocletianus’un sarayında kalmaktayken kapıldı.

Harnack’ın Konstantin’in nihai kararını siyasi amaçların bir sonucu olarak gördüğü kesindir. Ona göre, Konstantin’in asıl erdemi, Hıristiyanlığın geleceğin belirleyicisi olacağını fark etmesini mümkün kılan yetenekli bir devlet adamı olmasında aramak gerekir. Bu sava karşılık dönemin Hıristiyan nüfusu hakkındaki gerekli bilgiyi V. Bolotov’dan edinen A. A. Vasiliev’in eleştirisini paylaşmak yerinde olur. Birçok çağdaş ilim adamı gibi Bolotov da Konstantin döneminde Hıristiyanların toplam nüfusun onda birini oluşturduğundan, yani hem devletteki hem de toplumdaki konumları bakımından paganların baskın öge olduğundan bahseder. Dolayısıyla, eğer bu araştırmalar Hıristiyanların yaklaşık yüzdesini veriyorsa, Konstantin’i yetenekli bir devlet adamı olarak teşhis eden Harnack’la hemfikir olmak mümkün değil. İstatistiki bilgiyi Bolotov’dan elde eden Boissier, Konstantin’in nüfusun onda birini kayırarak son derece riskli bir teşebbüste bulunduğu gerekçesiyle kendisinin Hıristiyanlığa ihtida edişini kişisel kanaatinin bir sonucu olarak değerlendirir.

Siyasi mülahazaların yanı sıra Konstantin’in ihtidasında samimi olduğunu öne süren J. Maurice, P. Batiffol ve savından halihazırda kısaca bahsedilen Bosissier gibi birçok isim mevcut. Yine de, bu tarihçilerinin bakış açılarını anlatmaktansa benzer bir bakış açısını oldukça farklı bir metodolojiyle savunan N. H. Baynes üzerinde yoğunlaşmak daha yapıcı olacaktır.

Baynes, araştırmasında Konstantin’in amaçlarını ve samimiyetini tasvir edebilmek için yoğun bir biçimde onun mektup ve fermanlarını kullanmıştır. Sonuçta, Konstantin’in yalnızca zaman zaman dinî bağdaştırmacılığın etkisinde kalan filozofik bir monoteist olmadığına, Hıristiyanlığı da içine alan, Hıristiyanlığın içine çekildiği bir inanca sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Kendisini kesinlikle Hıristiyan dini, Kilisesi ve öğretisine göre tanımlayıp sınırlamıştır. Dahası, Tanrı tarafından kendisine verilen şahsi bir görev olduğuna kanaat getirmiş olduğunu da gözlemlemektedir.

Baynes aynı zamanda imparatorun dinî politikasında belirleyici olan bir unsurdan bahseder. Bu, Katolik Kilisesi’nde birliği sağlamaktır. Konstantin, gerçekleştirmek istediği birliğin kaynağını İznik Konsili’ndeki Homoousion’da buldu ve bu sebepten dışlamayı savunan Athanasius grubunu değil dahil etmeyi savunan Eusebius grubunu destekledi. Yani, “Konstantin’in tasavvuru, Hıristiyan Tanrısı tarafından ayakta tutulan ve geleneksel inanç üzerine inşa edilmiş bir Roma İmparatorluğu’ydu.”

Konstantin’in kendi mektup ve buyruklarını Konstantin’in iç dünyasına uzanan temel anahtarı bulmada kullanmanın iyi bir yöntem olduğu yadsınamaz. Ancak bizi bekleyen bir zorluktan bahsetmek bu noktada kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu da, bu belgelerden hangilerinin özgün, hangilerinin sahte olduğudur. Zira bilinmektedir ki imparatorluk arşivinde Eusebius ve Athanasius’un kendi dönemlerindeki sahtelerinden Konstantius ve Valentinianus zamanından kalma sahtelerine kadar birçok taklidi mevcut. Yani bu kaynaklara müdahale edilmiş olması ihtimali Konstantin’in portresini rahatlıkla tahrif edebilir.

Baynes’in kaynak kullanımını bir şekilde haklı gösterdiği elbette iddia edilebilir. Örneğin, Baynes’in Latince orijinalinden olan çevirisine güvenmediği için Azizler Kurulu’na hitap eden vaazı çalışmasına dahil etmediği ve bunun bir anlamda kullandığı diğer kaynakların orijinalliğini doğruladığı öne sürebilir. Yine de, salt özgün kaynaklar ve onların yorumlamalarına dayalı bir sav yeterli bir biçimde dile getirilemez ve aynı düzlemde savunulamaz, çünkü tarihsel analizin yöntemi koşulsuz kabul ve yerleşmiş hükümlere değil, analitik tetkike dayanır. Ayrıca, Baynes’in bu vaazı çalışmasına dahil etmemiş olması, okuyucuların herhangi bir eleştirel analiz olmaksızın Konstantin’e isnat ettiği kaynakların kullanımını haklı göstermesi için mücbir bir neden olamaz.

Görüldüğü üzere, Konstantin’in ihtidası üzerine çok farklı cephelerden açıklamalar getirilmiş ve herhangi bir ortak kanaate varılamamıştır. Ancak Konstantin’in hayatına modern tarihçilerin otantikliği hususunda üzerinde mutabık kaldıkları kaynaklar üzerinden bir bakış ihtidanın altında yatan temel etkenlere dair bizlere sağlıklı ipuçları verebilir.

Konstantin hayatına bir pagan, büyük ihtimalle güneşe tapan biri olarak başladı. Paganlığa ilişkin dinî tavrı hakkında bildiklerimizi öncelikle Autun’daki Apollon Tapınağı’na yaptığı ziyaretten (308) öğreniyoruz. Burada kahine danıştığı ve adakta bulunduğu anlaşılıyor. Bu Apollon ibadeti, Konstantin eğer güneşe tapan biri değilse bile daha sonra öyle yaptığını ve uzun bir süre bunu devam ettirdiğini gösterebilir. Bu görüşü destekleyen en temel kaynaklardan biri bu döneme ait olan ve Konstantin’i Güneş Tanrısı Mitra ile birlikte, Soli Invicto Comiti yazısı eşliğinde tasvir eden sikkelerdir.

Literatürde Konstantin her ne kadar imparatorluktaki Hıristiyanların durumunu iyileştiren hükümdar olarak anılsa da aslında Hıristiyanlar için durum işin içinde o olmaksızın değişmişti. Bu teoriyi geliştiren Otto Seeck’te göre, Hıristiyanlığı bir din olarak tanıyan ve Hıristiyanlara tanrılarına imparatorun ve devletin refahı için dua etmeleri karşılığında toplanma hakkı veren asıl hoşgörü fermanını çıkaran (311) Galerius’tu. Fakat bu ferman, bu adla bir ferman hiç çıkarılmadığı halde, hatalı bir şekilde Milano Fermanı olarak anıldı.

Bir sene sonra, Konstantin’in tartıştığımız hayali gördüğünü iddia ettiği ünlü Milvian Köprüsü Savaşı’nın olduğu yıldı. Fakat bu noktada Lactantius risalesiyle ilgili ilave bir görüşe işaret edilebilir. Gregoire dahil bazı bilim insanları, Lactantius’un parlak bir kılıç yerine basit bir rüyadan bahsettiği hikayeyi de reddeder ve bunu Konstantin’in Trier’de (310) gördüğü pagan hayalinin bir başka versiyonu olduğunu savunur. Hayalin kabul edilip edilmediği bir yana, bu deliller ışığında Konstantin’in 312 senesinde Hıristiyan olduğunu iddia etmek oldukça zordur.

Milano Fermanı’nın Konstantin tarafından bu tarihte çıkarılması nedeniyle 313 senesinin Konstantin’in ihtida ettiği yıl olduğu söylenegelmiştir. Fakat, yukarıda da bahsedildiği gibi, bir Milano Fermanı hiçbir zaman çıkarılmamıştır. Bu metin, Bitinya Valisi’ni muhatap alıp Nikomedia’da damgalandığı için Paul Lemerle’in ifadesiyle bir Nikomedia hükmü idi. Bunu hem Lactantius, hem de Eusebius tarafından korunan bir belgeden öğreniyoruz. Bu metin, bize Konstantin’in 313 senesinde ne düşündüğü hakkında fikir verebilir. Licinius’un Maximinus Daia’ya karşı mücadelesinde Doğu’daki Hıristiyanların desteğini alma umudu içinde olması olası gözüküyor. Aynı şekilde, Konstantin’in de bunu bilerek belgeyi onaylamış olması muhtemel. Konstantin’in mücadeleyi ve Licinius’la savaşı öngörmüş olması dahi ihtimaller dahilinde.

Ayrıca, bu esnada bazı pagan ritüellerini terk etmeyerek sayısız paganı dengede tutmaya çabalamış olabilir. Fakat emin olamayız. Buna rağmen, 313 senesinde Tarragona’daki imparatorluk atölyesindeki bir altın madalyona bakarsak, Konstantin ile Güneş Tanrısı’nın çifte figürlerini görürüz. Bu da demek oluyor ki, eğer elimizdeki bilgiyi hakiki delillerden elde edeceksek, Konstantin’in o dönemde tam anlamıyla Hıristiyanlığa ihtida ettiğini söylemek hâlâ güç olur.

320 senesinden sonra Konstantin’in Hıristiyanlığa yönelişinin bariz işaretleri görülüyor. Fakat bu işaretlerin kişisel bir ikna olma durumundan mı yoksa Licinius’la olan mücadeleden mi kaynaklandığını kimse kesin olarak bilemez. Konstantin 324-325’te Doğu’nun yeni hakimi olarak kültsel faaliyetleri yasakladı ve böylece Hıristiyanlığı devletin ve yöneticilerinin tanıdığı bir din olarak onaylamış oldu. Hayvan kurban edilmesinin yasaklanması bir anlamda geleneksel inanışların mevkilerini kaybetmeye başladığını gösteriyor.

Sonuç itibarıyla, Büyük Konstantin yavaş adımlarla, hayatının bir noktasında Hıristiyan oldu. İlk bakışta, siyasi düşünceler kişisel kanaatten daha önemli gözüküyor ve sikkeler, hükümdarlığı süresince kullandığı resmî unvan pontifex maximus gibi bu savı destekleyen özgün deliller mevcut. Bunların yanında, Konstantin bir dereceye kadar paganlığı kusurlarından arındırmak için çaba gösterse de, bu inanışa saygısız bir şekilde yaklaşmadı.

Yine de Konstantin’in Hıristiyanlığa daimi bir ilgi duymadığını öne sürmek eşit derecede atıl olur. Birçok ilim adamının gördüğü gibi, Konstantin Hıristiyanlara en başından beri hoşgörü gösterdi; hükümleri çıkaran Galerius da Licinius da olsa bu metinleri onaylayan Konstantin’di. Dahası, bu hoşgörü zaman içinde şüphesiz kayırmaya dönüştü. Ayrıca, kendisinin vaftiz edildiğini biliyoruz. Buna rağmen, vaftiz törenini ölüm döşeğine kadar ertelediği ve bunun da bir umursamazlık işareti olarak yorumlanabileceği iddia edilebilir. Ne var ki Konstantin’in birçok insanın geçmişte yaptığı ve hâlâ yapmakta olduğu gibi vaftiz olmakla günahlarının tamamen silineceğine inanıyor olması muhtemeldir.

Sonuç itibarıyla, Konstantin’in bir devlet adamı açık gözlülüğüyle Hıristiyanlığın siyasi hesaplar bakımından avantajlarını düşünüp ihtida etmiş olması nasıl mümkünse, kişisel kanaatleri sonucu Hıristiyanlığı seçmiş olması da mümkündür. Dolayısıyla Büyük Konstantin, yani religiosissimus Augustus, Hıristiyan dünyası tarihinde 13. havari olarak yerini almış olsa da Allah’tan başka kimse onun imanı hakkında hüküm veremez. Konstantin’in Hıristiyan oluşu üzerine çalışan uzmanların ortak bir kanaate varamamalarının sebebi tam olarak burada yatmaktadır. İhtilafın temel sebebi, kaynakların otantikliği, yaklaşımların farklılığı yahut ön yargıların çeşitliliğinden ziyade cevabı bilinemeyecek bir soruya cevap aranmasıdır. Bunu Roma ve Hıristiyanlık çalışan tarihçi ve teologlar kabul etmeyecek olsalar da yanlış formülize edilmiş bir soruya cevap aranması inanılmaz bir enerji israfına yol açmıştır. Yine de konu hakkında yapılan çalışmalar, hem Roma hem de Hıristiyanlık tarihinin değişik boyutlarına eleştirel bir gözle bakılmasını sağlaması bakımından kıymet taşımaktadır.

 

Kaynakça

Vasiliev, A. A. History of the Byzantine Empire. Madison: The University of Wisconsin Press, 1952.

Schlesinger, Arthur M. Jr., Constantine. New York: Chelsea Hosue Publishers, 1989.

Burckhardt, Jacob. The Age of Constantine the Great. Çeviren Moses Hadas. New York: Doubleday & Company, 1949.

Longman Dictinoary. Addison-Wesley Pub Co, 1997.

Baynes, Norman H. Constantine the Great and the Christian Church. London: Oxford University Press, 1972.

Lieu, Samuel N. C. ve Dominic Montserrat (ed). Constantine: History, Histiography, and Legend. London and New York: Routledge, 1998.

Lieu, Samuel N. C. ve Dominic Montserrat (ed). From Constantine to Julian: Pagan and Byzantine views, a Source History. London and New York: Routledge, 1998.

Karwisse, Stefan. Antik Nümizmatiğe Giriş. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 1995.

Yeni Haberler