Kimilerine göre babası Fatih’ten sonra tahtın haklı varisi, kimilerine göre ağabeyi Bayezid’in arkasından iş çeviren bir sahtekar, kimilerine göre uluslararası dengeleri değiştirme potansiyeli olan bir piyon; ama her halükarda 35 yaşında sürgünde vefat etmiş bir Osmanlı şehzadesi: Cem Sultan.
22 Aralık 1459’da Edirne sarayında dünyaya gelen Cem Sultan’ın çocukluk ve gençlik yıllarına baktığımızda herhangi bir Osmanlı şehzadesininkinden çok farklı olmadığını görüyoruz. Birçok hocadan alınan çeşitli dersler ve dil öğrenimini yine herhangi bir Osmanlı şehzadesi için sıradan kabul edilebilecek bir dizi memuriyet izlemiş. Cem Kastamonu, Karaman ve son olarak da Konya’da sancakbeyliği ve valilik görevlerini yerine getirirken ağabeyi Bayezid de benzer sorumlulukları Sivas, Tokat ve Amasya’da üstlenmiş. Oğulları hükümdarlığın ısınma turlarını atarken babaları Fatih’in seferlere devam ettiği, hatta son nefesini de yeni bir sefer için yola çıktığında verdiği biliniyor.
II. Mehmet’in 1481 senesinde bugün Hünkar Çayırı olarak anılan yerde son nefesini vermesi, elbette beraberinde bir taht mücadelesi olanağını da getiriyordu. John Freely, Cem Sultan-Rönesans Avrupası’nda Tutsak Bir Şehzade kitabında böyle bir olasılığın farkında olan Fatih’in sadrazamı Karamanlı Mehmet Paşa’nın zaman kazanmak için hükümdarın ölümünü birkaç gün saklamaya çalıştığını; bu esnada da hem sefere çıkmış orduyu paniğe ve galeyana sevk etmemek, hem de tahta geçmesi gerektiğine inandığı kişi olan Cem’e ağabeyinden önce haber edebilmek için birtakım tasarılar içine girdiğini öne sürer. Freely’ye göre, Karamanlı Mehmet Paşa, Fatih’ten sonra tahta geçmesi gereken kişinin Cem olduğuna, dahası Fatih’in isteğinin de bu doğrultuda olduğuna inanıyordu. Freely’nin bu görüşünün tarihyazımında genel olarak kabul gördüğünü, sonrasında sadrazamın planlarının Yeniçeriler tarafından fark edilmesinin ve Yeniçeriler’in Bayezid’i desteklemesinin de Cem Sultan anlatılarında sık sık karşımıza çıkan noktalar olduğunu söyleyebiliriz.
Karamanlı Mehmet Paşa’nın tahta Cem’i geçirme planları canına mal olurken Yeniçeri ayaklanmalarıyla payitahtta kısa süreli bir boşluk ve karmaşa dönemi başlar. Bu arada Bayezid’in 11 yaşındaki oğlu Korkut, babası İstanbul’a gelip hükümdarlığını ilan edene kadar taht naibi ilan edilir. İlber Ortaylı, bu durumu “görülmemiş bir kurnazlık” olarak niteler. Korkut üzerinden yapılan bu hamle Cem-Bayezid çekişmesinin atılan belki de ilk resmî adımı olur, ardından iki kardeş ve taraftarları arasında başlayan mücadelede zaman zaman büyük kardeş ele geçirir üstünlüğü, zaman zaman küçüğü -hatta Cem, elde ettiği başarılar sonucunda Bursa’da 28 Mayıs 1481’de aynı yılın 20 Haziran’ında sona erecek sultanlığını ilan eder- fakat nihai zafer ağabeyin olur.
Kıstırılmış ve çıkış yolu bulmakta zorlanan Cem Sultan, önce Bodrum Kalesi’ne, ardından Rodos’a sığınmak zorunda kalır. Rodos Şövalyeleri’nin kıdemlilerinden Pierre d’Aubusson’la tanışması da tam olarak bu zaman dilimine tekabül eder. Bu tanışıklık, Cem’in bundan sonraki hayatına yön verecektir. Cem’in d’Aubusson’un girişimleriyle gittiği Rodos’ta kıymetli bir misafir gibi karşılandığı söylenir. Bu hürmetli ağırlama ve Cem’e yapılan (Osmanlı’nın ele geçirdiği birtakım toprakların iadesi ve para ödemeleri karşılığında sunulacak) yardım vaatleri hevesi kursağında kalan sultanı oldukça heyecanlandırmış olsa gerek. Cem, ağabeyinin kendisinin Rodos’ta tutulması için d’Aubusson ve Şövalyelere yüklü bir yıllık ödeme yaptığından muhtemelen bihaberdi. Fakat Bayezid’in Cem tehlikesini kontrol altında tutabilmesi için birden fazla unsurla başa çıkması gerekiyordu. Cem Sultan’ın Rodos’taki varlığı Avrupalı devletler ve Papalık için de son derece önemliydi, çünkü Osmanlı hanedanı mensubu bu kişiden- cismen olmasa bile ismen- faydalanabileceklerini düşünüyorlardı. Pierre d’Aubusson’un değerli “misafiri” yeni bir Haçlı Seferi’nde kritik rol oynayabilir, “kaleyi içten fethetmeye” yardımcı olabilirdi. Papalık, Fransa başta olmak üzere Avrupalı devletler ve Bayezid arasındaki görüşme ve pazarlıkların Cem’in hayatı üzerindeki etkisi Fransa’dan Roma’ya uzanan bir garip esaret oldu. “Misafirlik” görünümüyle başlayan bu esaretin mahiyetinin bir süre sonra Cem için de bariz hale geldiği, kendisinin kaleme aldığı dörtlüklerden anlaşılır. Bunlardan birinde Cem’in içinde bulunduğu çaresiz kabulleniş şöyle ifade edilir: Câm-ı Cem nûş eyle iy Cem bu Frengistândur / Her kulun başına yazılan gelir devrândur, yani Ey Cem, Cem’in kadehini iç, bu Frengistândır / Her kulun başına yazılan gelir, kaderdir.
Cem Sultan’ın sıkıntılı Avrupa günlerinin son durağı Capua olur. Fransa kralı VIII. Charles’ın Napoli’yi ele geçirmek üzere çıktığı bir seferde yanında sürüklediği Cem yolda fenalaşır ve ölür. Tarihçilerin büyük bir kısmı Cem’in yola çıkmadan önce Papa VIII. Innocent tarafından (Charles’ın Cem’i kendisine iade etmeyeceği ve elinden kıymetli bir tehdit unsurunu alacağı düşüncesiyle) zehirlendiğini kabul etse de, bazıları Papa’nın bu hamlesinin kişisel bir karar değil, Bayezid’in maddi destekli bir yönlendirmesinin sonucu olduğunu ileri sürer.
Cem’in ölüm haberinin İstanbul’a ulaşmasının ardından ağabeyinin üç günlük yas ilan ettiği, gıyabında cenaze namazları kıldırdığı söylenir. Kaba tabiriyle ölüsü de dirisi kadar para eden Cem Sultan’ın naaşı bitmek bilmeyen altın talepleri ve bir türlü varılamayan anlaşmalar nedeniyle Osmanlı topraklarına tam dört sene sonra getirilebilir; Cem, Bursa’ya, büyükbabası II. Murad’ın yaptırdığı camiye, kardeşi Mustafa’nın yanına gömülür.
Cem Sultan önemli bir kısmı sürgünde geçen 35 senelik hayatına yukarıdakilerin dışında eş ve baba olmayı, Hacca gitmeyi, şairliği sığdıran, sürgün yıllarında en az bir öldürme teşebbüsünden kurtulduğu söylenen, ağabeyinden kendisine gelen uzlaşma tekliflerini hep geri çeviren enteresan bir figür. Kimilerine göre hırsının kurbanı olmuş bir piyon, kimilerine göre hakkı yenmiş bir mazlum.