Konunun benim zihnimde iki yönü var: 1. İstanbul Sosyoloji’nin entelektüel ve sosyal bilimsel anlamı. 2. Sosyoloji koridoru. Birinci kısmı konunun nesnel çerçevesini, ikinci kısmı, yani koridoru, kişisel yönünü içeriyor.
1. İstanbul Sosyoloji
İstanbul Sosyoloji 90 yıllık bir geçmişe ve geleneğe sahip. Geçmişe sahip olmak, bir gelenek oluşturmak için gerek şart ama yeter şart değil. İstanbul sosyoloji sadece bir bölüm değil. Öyle olsaydı kayıt, resmi program, bölüm içi uzmanlaşma, mezuniyet ve bir mesleki unvan kazanmak gibi formel süreçlerden ibaret olurdu. İstanbul sosyoloji bir müessese. Yani tarz. Asla bir marka değil mesela. Tıpkı Türkiye’nin, tarihinin bir marka olmaması gibi. Çünkü kültürler markalar değildir. Markalaşma, kültürsüzleşmenin “işareti” bir bakıma. Kültürel içeriklerin logolara dönüştürülerek içeriksizleştirilmesi. Günümüzde bilimsel kurumlar da markalaşma amacında. Bir üniversiteye mensup olmak, o üniversitenin baskılı tişörtlerini giymek anlamına geliyor. Üniversiteler ÖSS’de yüksek puan alan öğrencilere tanıtım faaliyeti olarak üniversitenin baskılı tişörtlerini gönderiyor… Amerikan usulü “kurum kültürü” böyle oluşturuluyor. Tatlıses Lahmacun da aynı şeyi yapıyor, National Geographic dergisi de. Kişi ve kurumları, nesneleri, mekanları hatta zamanı markalaştırarak değişim değerini yükseltmek amacındaki neoliberal teoloji.
İstanbul Sosyoloji’yi nasıl tanımlamalı? Onu, o olmayandan ayıran nedir? Pek çok cevap verilebilir. Üç maddelik kısa bir cevap yeterli olmasa da bir fikir verebilir:
1.Kurucudur.
2.Muhaliftir
3.Yerlidir.
Yerli olduğu için muhalif ve muhalif olduğu için yerli. Yerlilik ve muhaliflik sorunlu ve aşılandırılmış kavramlar. Bir açıdan bakıldığında, yerlilik “modern” modern icatlardan biri. Eskiden yerliler kendine yerli demiyorlardı. Birçok ortalama Türk vatandaşı için, Yerliler deyince akla Amerikan Kızılderilileri geliyordur. Yerlilik kavramı, milliyetçilik, muhafazakarlık, ulusalcılık, İslâmcılık gibi yerlilik çağrışımı da olan kullanımlardan tümüyle farklı. Bazı boyutlarıyla, karşılıklı anlam salınımları içerse de, yerlilik, kaplamını, Asya, Doğu, İslam; içlemini, Türk ve Türkiye olarak belirleyen bir özel kullanıma sahiptir.
Muhaliflik de genellikle “entelektüel poz” tabirine uygun, moda takılardan birisi. İstanbul Sosyoloji’nin muhalifliği, muhalifliğin bu biçimiyle hiçbir benzerlik taşımaz. Yerlilik kodunda içerilmiş bir köke sahip. Siyasal, bilimsel muhalifliği de içeren, dönemsel ve kişisel istisnalar dışında, bölümün akademik geleneğinde hep sürdürülmüş, seçilmiş bir tavır. Günümüzde mesela İstanbul Sosyoloji’nin hocaları kamuoyu araştırma sektöründe, TV programlarında, üniversite starları arasında pek görülmezler. Akademik star sisteminin tamamen dışındadırlar.
Kuruculuğu da somut olarak üç alana görülebilir:
1.Türkiye’de sosyolojiyi kuran bölümdür.
2.Türkiye Cumhuriyeti’nin fiziksel temellerinde Ziya Gökalp’in sosyolojisi en önemli katkıya sahiptir.
3.İstanbul sosyoloji, Türkiye’de bilimsel yayıncılığın da kurucusudur. 1917 yılında ilk sayısı çıkan İçtimaiyat Mecmuası, Türkiye’nin ilk, dünyanın üçüncü sosyoloji dergisidir.
Birincisi, 1895 Chicago’da çıkan American Journal of Sociology, ikincisi, Paris’te, 1896’da yayımlanmaya başlayan L’Anée Sociologique. İçtimaiyat Mecmuası’nın ilk altı sayısının tıpkı basımı Sosyoloji Araştırma merkezi tarafından yayımlanmıştır. Sosyoloji Araştırma Merkezi tarafından yayımlanan Sosyoloji Yıllığı bu geleneğin devamı niteliğindedir. (Yıllığın on birinci sayısı, Baykan Sezer Armağanı olarak yayımlandı [Kızılelma Yayıncılık, Mart 2004, İstanbul])
İstanbul sosyoloji, gerçekten bir mensubu olunduğunda mezun olunan bir bölüm değil. O aidiyete sahip olunca elbette. Aslında “kayıtlı üye” de olmak gerekmiyor. İstanbul Sosyoloji’ye “doğal üye” de olunabilir. Farklı düşünsel, siyasi konumlardan çok yerlilik, özgün bir bağlamda, yerlilik, muhaliflik, sivillik ana çerçevesi bunu belirlemektedir. İstanbul sosyolojinin işlevsel katkıları şöyle özetlenebilir:
1.Modern Türk sosyal biliminin tarihi içindeki başat konumu.
2.Bölümün, yani müessesenin yetiştirdiği şahsiyetlerin katkıları.
3.Bölüme karakterini veren bir unsur olarak mekan yani Edebiyat Fakültesi ve onun içindeki sosyoloji koridoru. Daha doğrusu sosyoloji-felsefe koridoru.
Edebiyat, tarih, sosyoloji. İstanbul sosyolojinin genetik karakterinde bu üç alan iç içedir. Kurucusu Ziya Gökalp’ten tevarüs eden bir özellik. Ziya Gökalp’in entelektüel, siyasi ve edebi bilgileri, İstanbul sosyoloji geleneğinin de tanımlayıcı nitelikleri olmuştur. Siyasetçi, şair ve sosyologdur. İstanbul sosyoloji siyasidir. Hiçbir zaman bilim-siyaset, olgu-değer, ahlak-bilgi ikiliklerini birbirinden ayırmamıştır. Tek şahsiyetler, farklı tutumlar sergilemiş-sergiliyor olsa da gelenek, kuruluş amacıyla alakalı olarak böyle oluşmuştur. Sosyoloji, hem Avrupa’da, hem Türkiye’de, toplumsal kurtuluş projeleri, krizlerden çıkış yolları, modernleşmenin ürettiği çatışmaların çözümlerinin bilimi ve aracı olarak doğmuştur. Sosyoloji, doğuşundaki yarı bilim yarı edebiyat niteliğini de sürdürmüştür. Bilimselliğin arızı itibarına pek itibar etmeden.
“Bilimden topluma değil toplumdan bilime ilkesi” İstanbul Sosyoloji’nin gözettiği ve sürdürdüğü genel yaklaşımdır. Bu yaklaşım hem terminolojiyi hem metodolojiyi yeniden kurmayı, belirlenmiş çerçevelerin dışına çıkmayı gerektirir. Bilimin en masum araçları kabul edilen terminolojinin gizlediği “batılı bilgiye”, bilginin sömürgeleştirici etkisine dikkat çekerek…
İstanbul Sosyoloji, kronolojik sırayla, şu isimlerle temsil edilmiştir.
Ziya Gökalp, Necmettin Sadak dönemi (kuruluş)
İsmail Hakkı Baltacıoğlu
Hilmi Ziya Ülken
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Nurettin Şazi Kösemihal
Cahit Tanyol
Baykan Sezer
A. Fügen Berkay (Benim her anlamda, ‘hoca-asistan, danışman-öğrenci, usta-çırak'; hocamdır)
Ümit Meriç
Mahmut Arslan
Korkut Tuna
Özellikle Baykan Sezer döneminde Türk sosyolojisinin ve Türk toplumunun sorunları derinliğine yeniden ele alınmış, gelenek içinde yeni bir yaklaşım, “Sezerci perspektif” denebilecek tarzda şekillenmeye başlamıştır. Bu yaklaşım, sosyolojiyi dünya ve Türkiye sorunları karşısında yeniden sorgulamaya ve bir tarihsel sosyoloji kurmaya yöneliktir. Sosyoloji Yıllığı’nın Baykan Sezer Armağan sayısında konuyla ilgili makaleler yer almaktadır. İstanbul sosyoloji mezunu ya da o ekole düşünsel olarak yakın pek çok öğretim üyesi de başka üniversitelerin sosyal bilim bölümlerinde geleneği geliştirmekte, yaymakta ve sürdürmektedir.
Belli dönemler hariç, hem siyasal iktidarla, hem yaygın popüler bilim anlayışıyla barışık olmamıştır İstanbul Sosyoloji. Uzaktan bakıldığında seçkinci bir eda gibi görünür bu. Oysa bu durum, tevarüs ettirdiği gelenekle ilgilidir. Konjonktürel akademik eğilimlere prim vermeyen ve kendi metodolojik ve teorik çerçevesinde ısrarlı olmanın getirdiği bir tutum yarattığı görüntü olduğu söylenebilir.
2. Sosyoloji Koridoru
İstanbul Sosyoloji’nin karakterestiğini oluşturan önemli unsurlardan birisi de mekandır. Kısaca koridor diye anılan, bölümün bazı dersliklerinin, bölüm kitaplığının ve hocaların odalarının bulunduğu ünlü sosyoloji-felsefe koridoru. Koridor, bizim dönemimizde Fen Fakültesine açılan taraftaki kapı iptal edildiği için girişi olan ama çıkışı olmayan, kafkaesk bir atmosfere sahipti. Her zaman biraz karanlık, sigara dumanından puslu ama bütün bunlar da koridorun atmosferi tamamlanıyordu. Fakültenin kapısından girince Cahit Tanyol, Baykan Sezer, İsmail Tunalı, Nihat Keklik, Mehmet Kaplan, Erol Güngör, Akşit Göktürk, Tahsin Yücel, Murat Belge gibi isimlere rastlanan en parlak dönemlerinden birini yaşıyordu.
80’li yıllarda koridordan ve bölümlerden kimi tanış ve arkadaşlarım şu anda bölümde öğretim üyesi ve İstanbul Sosyolojisi’nin genç kuşağı olarak yeni açılımlar ve projelerle ekol’e yeni derinlikler kazandırmaktadırlar. Ertan Eğribel, Recep Ertürk, İsmail Coşkun, Zerrin Gülşah, Oya Okan, Ufuk Özcan isimleri anılabilir.
Sosyoloji koridorunun girişinde “sosyoloji-felsefe” yazmasına rağmen, koridorun adı felsefedekiler için “felsefe”, sosyolojidekiler için “sosyoloji” koridorudur. İstanbul Sosyoloji’de (veya Felsefe’de) okumak, bir bölüm öğrencisi olmanın yanında, “koridor müfredatı” denebilecek informel formasyona da sahip olmak demektir. Koridor, 12 Eylül öncesinde (ben o zaman birinci sınıftaydım) Edebiyat Fakültesi’nin diğer alanlarının aksine, Türk solunun tüm fraksiyonlarının temsil edildiği, sol teorinin didik didik edildiği tam bir politik forum alanıydı. 12 Eylülden sonra, tüm Türkiye’deki eğilime paralel olan koridor edebiyat-sanat platformuna dönüştü. Ağırlıkla, sosyoloji, felsefe, antropoloji, filoloji bölümlerinden konuyla alakalı herkes “bizim koridorda” buluşurdu. Konuşma ve tartışmalar her zaman olduğu gibi şiir merkezliydi. Koridorda başlayan muhabbet caddenin karşısındaki Huzur Kıraathanesinde sürdürülürdü. Koridorun o dönemindeki bazı isimler: Osman Konuk, Oktay Taftalı, Nalan Barbarosoğlu (hikayeci), Cengiz Özdersever (hikayeci), seyrek olarak uğrasa da Suat Vardal, Ege Fülütçüoğlu (Asıl adı Mehmet Ali, şiirlerini bu isimle yayımlardı), Sibel Özbudun, Elif Gevgilili. Huzur Kıraathanesi grubu ise daha geniş katılımlı ve şiir-yoğun sohbetlerin, dergi projelerinin, şiir stratejilerinin havada uçuştuğu daha sıcak bir ortam durumundaydı. Yukarda anılan isimlerin yanında, Mehmet Müfit, Adnan Özer, ara sıra Ankara’dan geldiklerinde uğrayan Akif Kurtuluş ve Metin Celal gibi isimlerden oluşmaktaydı. 80’li yıllarda dergiler konu olan şiir meselelerinin birçoğunun çekirdeği bu tartışmalarla kotarılmıştır.
Koridor, 80’li yılların başındaki bu atmosferi aynı verimlilikle sürdüremedi. YÖK sisteminin yarattığı temiz, düzenli yapı entelektüel ve edebi bir iklim yaratmak için uygun değil. Karanlık, sigara dumanlı, şair ve yazarlar için hayat alanı koridorlar yok Tüm koridorlar temiz ve sigara içmek de yasak zaten. İstanbul Sosyoloji, tarihi ve bugünüyle akademik bir müessese. Ama bir marka değil. Parlak ve popüler değil. Ama bu seçilmiş ve özenle sürdürülen bir tutum. Bir bölüm olmaktan çok daha fazla anlam ve işlevlere sahip. Türk sosyal biliminde bir ekol. Tarihe, topluma, sosyolojiye bakışıyla yerli ve muhalif. Bu ikisi aynı anlama geliyor zaten.