Thomas Hobbes’un 91 yılı bulan uzun ömrü Rönesans ile Aydınlanma arasındaki geçiş dönemine denk gelmiştir. Batının tarihi içinde sancılı bir dönem. Gelişme ile birlikte kargaşanın hakim olduğu, Avrupa beylerinin tam olarak kimler olduğunun, tuğun kimde kalacağının henüz anlaşılamadığı karıncalı bir dönem. Bu dönemde ortaya çıkan siyasi filozofların önünde iki tercih vardı. Birincisi, işin gelişme tarafına dikkat edip belli bir hükümdar veya parti seçerek bunlara önerilerde bulunmak, o anlamda risaleler yazmak ve en genel olarak olumlu gidişi destekleyecek tarzda gelecek fantezileri üretmek. Thomas Hobbes, bu yolu tutanlara katılmadı. Onun yolu, gayri şahsi siyasi düşünce diyebileceğimiz, bir nevi bizim İbn Haldun’un tuttuğuna benzer soğuk ve mesafeli siyasi teori yoluydu. Hatta bu yolun daha ziyade karanlık arka sokakları. Thomas Hobbes, devlet aygıtına, siyasi iradeye canavar unvanı veren ilk yazar olmasa gerek; ne var ki, ününü buna borçlu olduğu da ortadadır. Peki o halde, devlet nasıl bir canavardır? Bunun cevabını vermek için, Hobbes’un kitabının başındaki ithaf kısmında ettiği bir sözü manivela olarak kullanmamız gerekir: “Bir yanda çok fazla özgürlük, öte yanda ise çok fazla otorite olmasını talep edenlerle kuşatılmışken…” Hobbes’un orijinalitesi burada ortaya çıkıyor işte. Çünkü Hobbes bir uzlaştırıcı, bir liberal, bir orta yolcu değildir. O, Hıristiyan Krallığı’nın cismani varlığını savunan, iktidara tam bir kalple iman etmiş bir Yakın Çağ haçlısıdır. Hobbes’un kafasında Tanrı İsa ile Sezar arasındaki ayrım sona ermiştir. Onun bildiği tek ayrım iktidar, irade, dirayet ve gücün koruması altındaki uyum ve sağlığın karşısına düşen nifak, iç savaş, hastalık ve ölümdür. Avrupalılar veya daha genel anlamda Hıristiyanlar devletlerini tanımak ve kabul etmek zorundadırlar. Bundan da işte ejderha anlamındaki leviathan, yani devlet çıkar. Leviathan, hemen tamamen devlet ve yasaya odaklanmış ender kitaplardan biridir ve insanın aklına Batı düşüncesinin temellerinden Platon’un Devlet başlıklı kitabını getirir. Her iki kitap da Batı toplumlarının hem bir gelişme ivmesini hem de iç karışıklıkları aynı anda yaşadığı dönemlerde yazılmışlardır. İki kitabın yazarı da yasa ile devleti özdeş saymakta ve toplumun ortak amaç altında ve düşman karşısında topyekün örgütlenmesini ve iktidara kesin itaati savunmaktadır. Hobbes’un kendine has problemleri de var tabii. Dünyevi iktidarla yani mevcut yöneticinin beklentileriyle Tanrı’nın buyruklarının çeliştiği durumlar Hobbes’un üzerinde en çok durduğu durumlar arasındadır. Zira Hıristiyan aleminin kendi içindeki kargaşa ve savaşlar hep bu uyumsuzluktan ve dinin siyasete alet edilmesinden, her bölgesel iktidarın Tanrı buyruğunu kendi siyasasına göre tevil etmesinden kaynaklanır. Thomas Hobbes’un ejderha devleti bu yönüyle gayri şahsi halifelik makamı gibi bir şeydir. Hıristiyanlıktaki tipik dünyevi iktidar, ruhani iktidar ayrımının reddidir çünkü. İktidar hem göksel hem yersel olmalı, insan güce itaat ederken hem Tanrı’ya hem Sezar’a itaat ediyor olmalıdır. Hobbes’un düşüncelerinin soyutluğu ve kitabiliği onun bu siyasi anlayışı nasıl bir programa yönelttiğini, yani cümle Hıristiyan aleminin itaat edeceği yere inmiş Tanrı Krallığı’nın ötekisinin ne olacağını belirlememizi güçleştiriyor. Öte tarafta, bu ötekinin Avrupa ve Hıristiyanlık dışında kalan dünya, yani İslam ve Yahudilik, Müslümanlar ve Yahudiler olduğunu anlamak çok zor değil. Çünkü tamamen Hıristiyanlığın kitabına dayalı, tamamen Hıristiyan inanışına bağlı bir büyük devlet, bir silme Hıristiyan Roma ideali yatıyor “ejderha” devlet anlayışının altında. Bu ise Hıristiyan olmayanlar için korkunç bir siyasi düşüncedir. Leviathan bu yanıyla modern haçlının duasıdır. Şükür ki gerçekleşmemiş, ideal olarak kalmış; şükür ki Avrupa’da Aydınlanmacı fikirler, tamamen dünyevi, tamamen laik, tamamen din dışı, ötesi, dinler arası bir liberal siyaset hakim olmuş diyorsanız bu sizin bileceğiniz şey. Biz sadece, Leviathan mantığının milliyetçilik-muhafazakarlık, sosyalizm-Marksizm, liberalizm-anarşizm gibi politikaları bünyesinde barındıran son üç yüzyıl Avrupa devletlerine ve Avrupalı siyasetlere göre daha dürüst ve tek yüzlü olduğunu söyleyebiliriz. Körfez Savaşı, Tarihin Sonu fantezisi, Yeni Dünya Düzeni derken peygamber toprağının yani modern terimle OrtaDoğunun işgaline kadar gelip dayandı özgürlükçü, demokratik Batı liberalizmi. İnanın, bizim için Hobbes’un karıncalı aklının tasavvurları tarzında gerçekleşmiş bir Leviathan dünyası şimdiki düzenden daha karanlık olamazdı.