Adından alakalı alakasız her şekilde söz edilen, ama o ölçüde okunmayan şairlerin başında geliyor Nazım Hikmet. Şiirinden çok mahrem hayatı ve siyasi yürüyüşü üzerinde duruluyor. Çoğunluk için bu bir yerde normal de. Hele şöhretin iyisiyle kötüsü arasındaki ayrımın iyice kalktığı günümüzde. Fakat edebiyat dünyasının, dergi çevrelerinin, şiir yayımlayan insanların da Nazım Hikmet’e aynı yalınkat bakışla yaklaşmaları; şaire tanıdıkları rolü şiirine dayandırmamaları, üzerinde durulacak bir konu. Türk şiirinin neresinde yani Nazım Hikmet? Bu sorunun ilgili herkesi ikna edecek bir cevabı var mı? İkinci Yeni gibi aristokratik bir topluluk içinde bile, Nazım’ın Türk şiirindeki yeri meselesi hiçbir şekilde çözülmemiştir. Cemal Süreya (1931-1990), kendisinden hiçbir şey almadığı Nazım’ı göklere çıkarır. Turgut Uyar (1927-1985), bu kadar abartmasa da ona baç ödemeyi ihmal etmez. Sezai Karakoç (1933), Nazım’ı Orhan Veli’nin bile aşağısına koyar. Ece Ayhan’ın (1931-2002) meydan okuyuşu bugüne kadar bir karşılık bulmuş gibi görünmemektedir. 1960 Kuşağı’nın Nazım’ı ise iki çehrelidir. Özellikle İsmet Özel (1944) ve Ataol Behramoğlu (1942) 1960’ların sonunda Nazım Hikmet’in 1930 civarındaki rolünü yakalamaya çalışmışlardır. Fakat bir yandan da sol camianın Nazım’a ödediği baçı ödememeyi, Nazım’la adeta eşitlik ve çağdaşlık ilişkisi kurmayı önermişlerdir. Bunda şairin eserlerinin özellikle Memleketimden İnsan Manzaraları gibi destansı bir öneri taşıyanlarının 1960’ların ortasından itibaren yayımlanmaya başlamasının etkisi olsa gerek. Tabii bu önerinin ne oranda başarıldığı da tartışmaya açıktır. 1970’lerden itibaren ise Nazım artık solcular için yarı tanrıdır. Bir sis bulutu var yani şair Nazım Hikmet’in etrafında. Çoğunluk bundan zevk alıyor olabilir, ama bu yüzden de Nazım önemli oranda okunmamış olma özelliğini koruyor. Özellikle de yüzlerce sayfa tutan Memleketimden İnsan Manzaraları adlı modern Türkiye destanı. Çünkü öncelikle bu yüzlerce sayfayı okumak gerekiyor. Yani biraz eskitmeli.