Yatağan, Türklere özgü bir kılıç türüdür. Osmanlı yönetimindeki Anadolu’da ve Balkanlar’da 16. yüzyılda kullanılmaya başlamış, 19. yüzyıla kadar yaygınlığı ve etkisi devam etmiştir. Sırpların 19. yüzyılda ulusal kılıç olarak kabul ettikleri yatağan, Türklere özgü bir eğimle, ağırlık merkezinin farklılaşması sonucu kullanımında zorluklar yaratmıştır. Ama bu kılıcı hakkıyla kullanan biri, o dönemde kullanılan diğer kılıçlara nazaran daha fazla tahrip yaratır.
Bilindik kılıçların aksine, yatağanın namlusu daha kısa olur ve dış bükey kenar düz iken, iç bükey kenar keskindir. Kabzası, kulak görünümlü sağ ve sol kısma ayrılıp estetik bir görüntü oluştururken, halk bu sebepten yatağana “kulaklı” derdi. Kabzalar beyaz ve siyah kemik, fildişi ve ahşaptan yapılır; dışbükey kenarda demir, iç bükey kenarda çelikten yararlanılırdı.
Biri keskin biri kesmeyen iki tarafı bulunması, yatağanın kendine has bir kullanış kültürü oluşmasına sebep olmuştur. Yatağan sahibi, karşısında güçsüz biriyle karşılaşırsa keskin olmayan yeriyle müdahale ederdi. Yatağan sahipleri de genelde yeniçeriler, piyadeler veya leventler olurdu. 60-80 cm. arasında boyu olan ve eğimiyle İspanyol falçatası ve Mısır kopeshini andıran yatağan kını içerisinde belde veya kuşağa sokulmuş şekilde taşınırdı. Genelde üzerine “Ya Muhammed kıl şefaat” duası yanında, “Allah”, “Ali” ve bazı ayetler kazınırdı. Kılıçlardaki gibi yüksek hat sanatı içermemesine rağmen süslü taşlarla, bitkisel geometrik motiflerle bezenirdi. Halk arasında kullanılan yatağanlarda ise böyle bir zanaatkarlık bulunmaz, çalakalem işçilikler bulunurdu.
Yatağan’ın Selçuklu komutanı Yatağan Baba olarak tanınan Osman Bey’in Denizli’nin ilçesi olan Yatağan’ı fethettikten sonra burayı bir kılıç merkezi haline getirdiği bilinmekte. Günümüzde hala bıçak yapımı konusunda Türkiye’nin önemli bir merkezi olan Yatağan, çoğunlukla namlu ve kabza kıvrımları çok abartılı turistik yatağanlar üretmeye devam ediyor.