Sürekli okuyucumuzsanız geleneksel figürlerin modern formlarıyla ilgilenmediğimizi biliyor olmalısınız. Hâliyle bu yazının konusunun, adına “nargile” denen elma kabuğu ezmesi olmayacağını da tahmin edebilirsiniz. Yine de en başta küçük bir açıklama yapmayı gerekli görüyorum: Bazı sonradan görmeler, bildiğimiz nargilede sarma tütünün koyulacağı yere (nargilenin “lüle”sine) -nargile murdar olmasın diye- birkaç yerinden delinmiş bir alüminyum folyo gerip bunun içerisine elma, kavun, şeftali gibi meyvelerin kabuklarının ezilmesiyle elde edilen, marmelada benzer bir bulamaç koyuyor, sonra bunun yanmasından hasıl olan iğrenç dumanı çekip, yaptıkları işe nargile içmek diyorlar. Bu sapkınlık son birkaç senede epeyce yaygınlaşarak bir galat-ı meşhura dönüştü. Kültürümüzün, ne kadar meşhur olursa olsun galatlardan mürekkep olmadığı malumdur. Bu sebepten, takip eden paragrafta nargile kelimesi, yumruk kadar sarma tütün (“tömbeki”) ve onu içilir hâle getiren aletler bütünü anlamında kullanılacaktır; şimdiden söyleyeyim.
Gündelik kültürümüzde büyük ve önemli bir yere sahiptir nargile. Nargilenin yeri büyüktür; çünkü oturup bir nargile içmek iki buçuk ila üç saat alır. Yine de bu üç saatin heba olup gittiğini düşünmeyiz hiçbir zaman. Hele tiryakiler her akşam nargile içerler. Yani basit bir hesapla bir nargile tiryakisi uyuma ve yeme-içme haricinde kalan zamanının aşağı yukarı beşte birini nargile içerek geçirir. -Matematiğe bu kadar meraklı insanlara niye yazı yazdırırlar ki!- Nargilenin yeri önemlidir de, zira nargile içmek anasır-ı erbaayı (dört temel element) gönderme yapılmış olur. Şöyle ki: Tütünün üzerine ateş konulur. Havadaki oksijen sayesinde tütün yanar. Yanan tütünün dumanı sudan geçer ve ardından topraktan yapılma olan insan bedenine girer. Yani nargile içmek, anasır-ı erbaayı kendinden cem eden (Toplayan. Cami, camia, cem evi gibi kelimeler bu kelimeden türemiştir.) bir eylemdir. Peki nereden ve nasıl girmiştir bu alışkanlık bizim gündemimize? Tütün yakıp dumanını solumak nerden çıkmıştır? Şişesiyle, marpucuyla, ser’iyle, lülesiyle nargile nasıl terkip edilmiştir? Bakalım!
Tütün ve medeniyet!
Tütünden bahsedilen ilk Avrupalı, tahmin edebileceğiniz gibi Kristof Kolomb’dur. – “Christopher Colombus” yazmamı beklemiyordunuz herhalde!- Yine tahmin edebileceğiniz gibi, zat-ı şahanelerinin tütün içildiğini gözlemlediği yer de Küba’dır. Her Avrupalı gibi Kolomb da yeni gördüğü bu şeyi garipsemiş ve bir uzaylı adetinden bahseder gibi bahsetmiştir. Yine de fazla zaman almamış tütünün Avrupa’da yayılması. Gerçi ilk zamanlarda bunun her derde deva bir ilaç sanmışlar, ama tütünün ilaç olmadığını keşfetmeden çok önce keyif verici bir madde olduğunu anlamışlar. Sonrası bildiğiniz hikaye. Yalnız bir gerçeği daha aktarmadan geçemeyeceğim: Doğulular tütünü muhtemelen Avrupalılardan almışlardır, ama tütünün bir keyif verici olduğunu Avrupalılardan çok daha erken keşfetmiş ve onu nargilede kullanmışlar. Doğuluların tütünü Avrupalılardan daha önce -gerçek anlamda- keşfetmiş ve onu nargilede kullanmış olmaları, keyiflerine daha düşkün olmalarından kaynaklanmış olmaları, keyiflerine daha düşkün olmalarından kaynaklanmış olsa gerek. Doğulular keyfetmeyi bildikleri için tütünün bir keyif verici olduğunu hemen anladılar ve onu kendilerine özgü bir muameleye tabi tutarak bu özelliğini pekiştirdiler; Batılılar ise keyfetmeyi bilmedikleri için (bir başka deyişle keyfedemediklerinden keşfettikleri için) tütünü sigara, puro veya en iyi ihtimalle pipo olarak, yani Amerika kıtasında gördükleri biçimlerde değerlendirdiler. Şimdilik bu kadarıyla yetinip, bilahare dönmek üzere bu konuyu geçelim.
Evet, tütün Doğuya gelmeden önce nargile vardı. Daha çok esrar içmekte kullanılıyordu. İlk olarak Hindistan’da kullanıldığı tahmin ediliyor. Nitekim “nargile” sözcüğünün de Sanskritçe “narikela”dan (Hindistan cevizi) türediği iddia ediliyor. İlk nargile Hindistan cevizi kabuğuna takılmış bir kamıştan oluşmaktaymış ve afyon içmekte kullanılırmış. İlk nargileden kullanılan Hindistan cevizine Hintliler “narel”, İranlılar ise “nargel” demişler. Hindistan cevizinin Hintçesinin narigi, narigil, naricil veya narcil olduğu hesaba katıldığında bu iddialar gerçeğe yakın gözüküyor. Neticede işin özü Hindistan cevizi ise, nargilenin ve isminin de Hintçe kökenli olduğu söylenebilir.
Hindistan’dan Güney Arabistan’a geçmiş nargile, ufak bir değişiklikle: içine su konan Hindistan cevizi kabuğuna bir boru takmışlar. Buradan Arabistan’ın kuzey bölgesine geçmiş; bu kez Hindistan cevizi yerine cam, gümüş, hatta altın da kullanılmaya başlanarak. Oradan da İran’a geçmiş ve İranlılar marpucu icat ederek nargilenin günümüzdeki şekline kavuşmasında en önemli adımı atmışlar.
Nargilenin Türkiye’ye, tütünle aşağı yukarı eş zamanlı olarak, 16. yüzyılın sonlarına doğru girdiği tahmin edilmekte. Tasarımında ayrıntılara girerek nargileyi bugün bildiğimiz şekline sokmak ise bize nasip olmuş. Gariptir. Niye derseniz (niye gariptir derseniz), biz Türkler genel itibariyle estetiğe önem vermeyen bir millet olarak bilinmişizdir. İşimiz gücümüz cenk etmek ya, sanılmıştır ki bizim öyle estetik gibi medeni değerlerle işimiz olmaz. Ne ilgisi var canım! Türk milleti gayet de medeni ve estetiğe önem veren bir millettir. Sırf nargilenin biçimi bunu ispet etmeye yeter. Hatta nargilenin varlığı bile Türklerin medeniliğinin delili sayılabilir. Değil mi ki nargile bir keyif vericidir, keyif de medeniyet içre bir kavramdır; nargileye bu kadar düşkün olan bir milletin medeniyet ile çok ciddi problemleri olduğunu iddia etmek pek de anlamlı olmasa gerek.
Maden medeniyet bahsine girdik, konuyu muallakta bırakmayalım. Türklerin medeniyetle sorunlu oldukları varsayımının kaynağı nedir, onu belleyelim hiç olmazsa. Medeniyetle bir alıp veremediğimiz yok; onu söyledik. Ama çoklukla kastedilen anlamıyla “medeniyet”, semtimize dahi uğrayamaz; o da malum. Nasıl yani? Şöyle: Akif’in İstiklal Marşı’nda “tek dişi kalmış canavar” tabir ettiği Batı medeniyetine, yine Akif’in tabiriyle mimsiz medeniyete (Arapça “medeniyyet” kelimesinin başındaki mim harfini attığınızda geriye kalan kısım “denaet” okunur ki bu da “alçaklık” demektir.), yani maneviyata dair her şeyin içini boşaltan ve zulümden doğan giderek beslenen medeniyet algısına her daim karşı durduk. -Gerçi Orhan ağabeyim 3. sayımızdaki “Adını Sen Koy” başlıklı yazısında yeteri kadar bahsetmişti bunlardan; ama ne demiş atalarımız: “Et-tek-raru ahsen, velev kâne yüz seksen!” (Yüz sekden defa da olsa tekrar iyidir!)- Bizim medeniyetten anladığımız insanlıktı. Ama her şeyi Batı’dan öğrenen yani neslimiz denaeti medeniyet bellediğinden bizi medeniyet düşmanı zannediyor; ne diyelim, dostlar sağ olsun!
Bir keyif şaheseri (ya da keyif vericilerin şahı): Nargile
Gelelim keyfe. Nargile bir keyif verici dedik. Fazla basit bir ifade oldu. Nargile en esaslı keyif aracıdır ve yalnızca keyif için içilir. Yani keyif dendi mi nargile, nargile dendi mi de keyif gelir akla. Bu da nargilenin Doğuya ait olmasının getirdiği şeylerden biridir. Çünkü keyif Doğuludur. Zavallı Batılılar keyif nedir bilmez. Hiçbir Batı diline tercüme edemezsiniz bu sözcüğü. Bir arkadaşımın bir İngiliz’den aktardığına göre İngilizcede, okunuşu “keyf”e benzeyen, nadir kullanılan, Arapçadan geçme biz sözcük varmış. Söz konusu İngiliz’in bundan bahsettiği kitabında Doğu milletlerine ait olan keyif kavramı, sanki uzaylılardan bahseder gibi bir garipseme içerisinde anlatılıyormuş. E, Allah’ın İngiliz’i nasıl garipsemesin üç saat boyunca bir şişeye bağlı hortumun ucundaki çubuktan ara ara duman çeken ve neredeyse hiç konuşmayan bir adamın hâlini?
Bize özgüdür keyif; İngilizler anlamaz yani. Zaten günde üç saat boş vakti olan bir adam da en iyi ihtimalle Türk’tür; daha kuzeybatıdan olamaz. Batılılar keyiften anlıyor olsalardı, Amerikan yerlilerinde gördükleri tütün içme biçimlerinin taklit etmekle yetinmez, daha keyif verici, özgün biçimler icat ederlerdi. Gerçi bu da butkan ile malûl bir varsayım oldu. Batılılar bugüne kadar işe yarar ne icat etmişler ki (keşif başka icat başka yalnız! Karıştırmayın!) bir tütün içme biçimini icat edebilsinler? Bu yazıyı yazarken kullandığımız bilgisayar da dahil olmak üzere (hatta o başta olmak üzere) Batılı kaynaklı bütün icatlar ilk bakışta yaşantımızı kolaylaştıran, son tahlilde ise hayatı kalabalıklaştırıp yaşanmaz hâle getiren, insanı insandan uzaklaştıran şeyler dışında? Halbuki Doğu her zaman hayatı renklendiren icatlar yapmıştır. Bu icatların başta gelenlerinden biri nargiledir. Şimdi gelin, atalarımızın verdiği son şekliyle nargile nasıl bir alettir, inceleyelim.
Nargileyi incelemeye geçmeden önce şunu belirtmeyi bir borç biliyorum ki bu araştırmayı yaparken bana en çok yardımcı olan eser, Mehmet H. Aydın’ın Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Dergisi’nde yayımlanmış olan, “Geleneksel Bir Tütün İçme Aygıtı: Nargile” başlıklı makalesi oldu. 1986’da yayımlanan makale dergiden ayrı olarak da basıldığı ve kütüphanelerde bulunabildiği için ulaşmanız zor olmayacaktır. Makalede nargilenin ayrıntılı tarihi, nargile türleri, nargileyi oluşturan parçaların nasıl ve nerelerde imal edildiği gibi pek çok bilgi yer alıyor. Konuya meraklıysanız muhakkak bulup okuyun. Aşağıda okuyacağınız şeylerin önemli bir kısmının bu makaleden yararlanılarak yazılmış olduğunu da peşinen söyleyeyim.
Nargilenin marpucu, seri, şişesi…
Nargile üç ana parçadan oluşur: ser , şişe ve marpuç. Üzerine tütünün konduğu ve dumanın şişeye iletildiği parça ser’dir. İçinde su bulunan, ser’in üzerine monte edildiği parçaya şişe denir; yine ser’e bağlı olup, dumanı ağza çekmeye yarayan boru şeklindeki parçaya da marpuç. Şişe tek parça iken, ser ve marpuç birkaç parçadan oluşur. Şimdi sırasıyla bunları tanıyalım.
Ser bir borudan ve bu boru üzerine yerleştirilmiş küçük parçalardan oluşur. Borunun en altında, şişedeki su seviyesinin 4-5 cm altında duracak olan su topu bulunur. Su topunun epeyce yukarısında , ser’in şişe ağzına oturmasını sağlayan bilezik vardır. Bileziğin hemen üstünde, ona lehimli olarak bulunan mütevi, dumanı içinde biriktirir. Müteviye bağlı olan deveboynu, ser-marpuç bağlantısını sağlayan, ibrik namlusu biçiminde bir parçadır. Müteviye bağlı bir diğer parça da, reji serisinde bulunmayan ser topudur; yalnızca estetik amaçlıdır. Ser topunun üzerinde yer alan borazan, üzerine ser tablasının yerleştirildiği bir ara parçadır. Ser tablasının üstüne genellikle bir de nargile tablası konur ki kullanılabilecek olan daha geniş olsun. Ser’in en üst bölümünde de, içine lülenin yerleştirileceği lüle ağzı yer alır. -Lüle, lüleci çamuru denen özel bir balçığın pişirilmesiyle imal edilen bir taştır. Temel şekli silindirdir. İçi boş, dibi incedir. Üst bölümü tabla biçiminde ve deliklidir. Tablası çukur olan lülelere çukur lüle, tablası düz olan lülelere ise düz lüle denir. Düz lüleye tömbeki yalnız başına yerleştirilemeyeceği için etraflarına kalın bir tütün yaprağı sarılır. Bu usule “İzmir usulü” denir.-
Marpuç ise -alttan üste- imame, alt kazık baş, marpuç bedeni, tozluk, üst kazık baş ve ağızlıktan oluşur. İmame, deveboynuna sokulmak suretiyle marpucu ser’e bağlayan parçadır. İmamenin üstünde mukavvadan mamul alt kazık baş bulunur. İki kazık baş arasında yer alan marpuç bedeni, sarmal bir tel ile bu tel üzerine yapıştırılan inceltilmiş meşinden oluşmaktadır. Üst kazık baş ile marpuç bedeni arasında kadifeden bir tozluk, her iki kazık başın ikişer ucunda da kadife şeritlerden oluşan tirizler bulunur. Son olarak üst kazık başa bağlı olan ağızlık, adı üstünde, ağızlıktır. Bunun üstüne hijyenik kaygılarla bir de plastik ağızlık takmak düpedüz görgüsüzlüktür yani. Marpuç üst kazık başından tutulur, ağızlığından emilir. -“Marpuç” kelimesi Farsça “mar-piç”ten gelmiştir; yaklaşık anlamı “yılan gibi”dir.-
Üç ana parçası haricinde nargilenin maşa ve külah olmak üzere iki de önemli aksesuarı (“donatısı” mı deseydik acaba?) vardır. Maşa, tömbekinin üstündeki mangırları (kömür; tercihen meşe kömürü) düzeltmeye külah ise açık havada nargile ateşini rüzgardan korumaya yarar. Nargileler çeşit çeşittir. Nargilenin türünü belirleyen ser’idir. Çoğunlukla biblo niyetine kullanılan(?) minyatür nargilede, ser borusuna monte edilmiş bilezik, ser topu, ser tablası ve lüle ağzından oluşan piç ser mevcuttur. Piç ser’in diğer serlerden bir diğer farkı da bileziğinin şişe ağzının içine değil dışına oturtulmasıdır. Evde kullanmak üzere tasarlanmış olup pek nadir bulunan orta boy nargilede ise reji seri bulunur. Nargile içilen her kahvehanede bulunan normal nargilenin (“harcıâlem nargile” olarak da bilinir) ser’ine toplu ser denir ki yukarıda parçalarını saydığımız ser budur. Çift ser topu bulunan ve üstteki ser topunun ortasında genişçe bir ilave disk olan ser’e tenteli ser, bu ser’i ihtiva eden nargileye de tenteli nargile denir. Tenteli ser’in tentesinde ve tablasında işlemeler bulunur. Söz konusu işlemeler tosbalı serde de mevcuttur; ancak tosbalı ser, biçimi diğerlerinden farklı bir tek ser topuna sahiptir ve büyük boy nargilede bulunur. Bu iki ser biçiminin karışımı olan ser’e acam seri, bu ser’e sahip nargileye de acem nargilesi yahut battal nargile denir. Yani nargile türlerinin birbirinden tek farkı serleri değildir, ama burada daha fazla ayrıntıya girecek değilim; merak buyuran lütfedip ustasından öğrensin.
Nargilenin ustası…
Nargilenin yalnızca edevatını yapmak değil, tütününü sarmak da ustalık işidir. Nargile üstadı denince de akla bu gelir zaten. Zira nargilenin her bölümü farklı ustaların elinden çıkar ve sonra bir araya getirilir. Nargile tiryakisinin gözüne batan daha ziyade tömbekinin sarımıdır. Gerçi TEKEL de nargile tütünü üretmekte ve satmaktadır; ama tiryakiler, ustasının (lülecinin) sardığı tütünü tercih ederler, zira hem daha kalın kıyılmış hem de tütün yapraklarının orta damarları kesilip atılmış olur.
Nargile tütünü sarılmadan önce 5-10 dakika kadar suda kaynatılır. Ardından kaynamış su süzülürken tütünün üzerine soğuk su dökülür ve bir iki dakika kadar bekletilir. Sonra avuç içinde sıkılarak süzülür ve bir havlunun arasına yayılarak tatlandırılır. Böylelikle hafifçe nemli kalması sağlanmış olur. Sonrası, yani tömbekiyi lüleye yerleştirme faslı ustanın işi; biz orayı hiç kurcalamayalım. Yalnız bir noktayı da hatırlatmadan geçmeyelim: tütün sıkı sarıldığında içimi daha tok ve sert, gevşek sarıldığında ise hafif ve yumuşak olur. Yani sıkı sarım tiryaki işidir; gevşek sarım ise yeni başlayanlar içindir.
Racon
Gelelim ateşe. Nargile ateşi için her nevi odun kömürü kullanılabilir olmakla beraber, nargile kömürü diye özel bir ley de vardır ve adına mangır denir. Mangır, meşe kömürü tozu, kara barut ve manganez tozunun karıştırılıp nemlendirilerek yuvarlanmasıyla imal edilir. Mangırlar ateşçi tarafından bir mangal içinde yakılır ve kor hâline gelince tömbekinin üzerine yerleştirilir. Mangırın küçüğü makbuldür. Mangırlar söndüğünde onları değiştirip düzenlemek ateşçinin işidir. Bu iş için ateşçiye uygun bir bahşiş verilmesi de önemlidir. Bu bahşiş, nargile fiyatının yaklaşık beşte biri kadar olur ve tablanın üstüne, maşanın altına konur.
Nargile mümkünse tek ateşle, en fazla iki ateşle içilir. Nargile ateşiyle ikide bir oynanmaz, hele başkasının ateşiyle asla oynanmaz. Bu çok ciddi bir hakaret sayılır ve seki zamanlarda cinayet sebebi olduğu bile vakidir. Muhtemel ki “ateşle oynamak” deyimi buradan çıkmıştır. Nargile ateşinden zinhar sigara da yakılmaz; görgüsüzlüğün dil âlâsıdır. Nargileyle beraber genellikle çay, kahve ya da başka bie şey değil, su veya maden suyu içilir. Nargile sessiz sedasız içilir, mümkün mertebe az konuşulur nargile içerken. Gerçek bir nargile tiryakisinin iki buçuk-üç saat boyunca çıkardığı bütün ses çoğunlukla nargilenin fokurtusundan ibarettir.
Nargilenin tadını ikmal eden şeyler “maşa, meşe, neşe, Ayşe” diye özetlenir. Maşayı zaten biliyorsunuz. Meşe, tercih edilen kömür cincidir. Nargile keyifliyken içilir; neşesi yerinde olmayan adam içtiği nargileden tat alamaz. Ayşe de mümkünse nargilenin hizmetini gören kişinin adıdır. Yani bir hanımın hizmet etmesinin nargile içimine ayrı bir tat kattığı öngörülür. Bunların yanı sıra, nargileden keyif almak için nargileyi hazırlamasını bilen birinin yerinde içmek şarttır. Her önüne gelen kahvehanede nargile içilmez. Evde de nargile içilmez; e, her şeyin bir yeri var, usulü var!
Nargilenin Türkiye’de en iyi hazırlandığı yer İzmir’dir. Ayrıca Ankara’da Gençlik Parkı, İstanbul’da Sultanahmet civarı, Bursa’da Kültür Park en iyi nargileyi bulabileceğiniz yerlerdir. Eskiden tabi adım başı, her kahvehanede bulunurmuş nargile. Şimdilerde en çok turistik mekanlarda bulunuyor; ama siz siz olun, böyle yerlerde nargile içmeyin. Hayır, sırf protesto olsun diye değil, içtiğinizden bir şey anlamazsınız, o bakımdan. Üstelik protesto da olsun yani, ne zararı var! Nihayet nargile bir turistik eşya değil, kültürümüzün hâlâ yaşayan, canlı bir parçası değil mi?
Nargileyle hâlâ tanışmadınız mı? Gitti ömrünüzün yarısı! Bari diğer yarısını kurtarın. Yarın akşam, yemeği erken yiyin ve soluğu bulunduğunuz şehrin en iyi nargilecisinde alın. Endişe etmeyin; nargile sigara gibi bir şey değil. Sigara nargilenin yanında çok basit, sefil bir gündelik tüketim maddesidir. Nargilenin tadını alan biri, en azından ertesi güne kadar sigaranın yüzüne bakmaz! Puroyla pipo da hikaye! Yumruk kadar sarma tütünün tadını hangisi verebilir? Tabi ilk içişinizde esaslı bir keyif almayı beklemeyeceksiniz. Şimdiden uyaralım da hemen vazgeçmeyim: Nargileyi ilk iki içişinizde hissedeceğiniz tek şey mide bulantısıdır. Ancak üçüncü içişinizde ve içmeye başladıktan sonra alabilirsiniz nargilenin tadını; bir daha da bırakamazsınız. Şişeden çıkan fokurtu bile insanı öyle bir mest eder ki bunun üstüne keyif olmayacağını daha ilk denemenizde tasdik edeceğinize bahse girebilirim. Daha fazla vakit kaybetmeyin ve nargileyle tanışın.
Zaten nargile tiryakisi misiniz? Size söyleyebileceğimiz bir şey yok o zaman. Keyfiniz bol olsun!
Not: Türün içmenin tarihiyle ilgileniyorsanız, Dost Kitabevi Yayınları tarafından Zehra Aksu Yılmazer’in Almanca orijinalinden tercümesiyle 2001 Eylül’ünde basılan, Detlef Bluhm imzalı Tütün ve Kültür isimli kitapta yararlanabileceğiniz çok şey bulacaksınız.