Konar-göçer bir topluluk, fetihlerle Tanrı’nın inayetini dünyada hakim kılmak için hep ufka doğru ilerledi. Bu ilerleyiş, toprak işgalini amaçlamayan bir taarruz biçimini; yağma, keşif ve tahriple sonuçlanan akın stratejisini de geliştirdi. Savaş literatürüne bir tarz olarak “Akın”ı sokan Türkler; sürat, senkronizasyon, esneklik ve çeviklik gibi nitelikleri gelişmiş askerlerle, fetih geleneği ve Tanrı’nın adaletini yayma fikrinin de neticesinde eski dünyanın hemen her yerinde devlet kurdular. Mete Han’dan Atatürk’e değin savaşın ilk safhası akına ayrıldı. İslamiyet’in kabulüyle “Tanrı’nın Adaleti’ni yayma”, “İslamiyet’I yayma” fikrine dönüştü. Anadolu’nun İslamlaşmasında büyük pay sahibi Türkmenler ve Uc Kuvvetleri, Selçuklu Devleti’nin sınır güvenliğini emanet ettiği akıncı müfrezelerine dönüştü. Devlete vergi vermekle yükümlü olmayan bu uc beylerinden biri de, akıncıları ocak haline getirip teşkilatlandıracak olan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’dir.
Osmanlı henüz bir beylik iken, İstanbul’a ve Gelibolu’ya yaslanan iki ayrı ucun Akıncı Beyleri, Sultan I. Murad Yeniçeri Ocağı’nı kurana kadar devletin askerlik hizmetlerini karşıladı. Bunlara akıncı aşiretler de diyebiliriz zira akıncılık babadan oğula geçer. Eğer şehit olan akıncının oğlu ya da ailede onun yerine geçebilecek başka bir erkek yoksa köyün imamı veya dürüst birini kefil göstererek akıncı olunabilirdi. Bu da akıncı olabilmek için yalnız genç ve kuvvetli değil aynı zamanda ehl-I hal ve’l-akt olmak gerektiğini gösterir. Ayrıca akıncılardan oluşan birlikler bağlı oldukları ailenin adıyla anılırdı. Devletin kurulmasında ve gelişmesinde büyük rol oynayan bu ailelerden bazıları Mihaloğulları, Evrenosoğulları, Malkoçoğulları, Turahanoğulları ve Gümlüoğulları’dır. Orhan Bey zamanında İstanbul’un alınamayacağı anlaşılınca, Gelibolu’da bulunan uç beyleri tekrar sağ ve sol bölgelere ayrıldı. Bir süre sonra, Mihaloğulları Bosna, Semendire ve Sırbistan bölgesine, Evrenosoğulları Arnavutluk ve Dalmaçya taraflarına, Malkoçoğulları Silistre tarafına yönelecekti. Bu aileler bu bölgelerde pek çok vakıf eseri bıraktılar.
Gelir kaynağı ganimet olan ve düzenli bir teşkilata sahip akıncılar, bunalımlı bir dönemde Sultan II. Murad’I destekleyerek ve diğer Anadolu beyliklerine karşı ciddi tehdit oluşturarak devletin geleceği için büyük emekler sarfetmişler, 16. yüzyılın başına kadar Osmanlı’nın askeri alandaki hakim unsuru olmuşlardır. Fakat 1595’te yaşanan bir facia Akıncı Ocağı’nın sonunu getirdi. Güney Romanya’da isyan eden voyvoda Mihai, Sadrazam Sinan Paşa’nın başında bulunduğu 100.000 kişilik orduyla kendisine doğru geldiğini gördükçe geri çekildi. İsyanı bastırdığı düşünen Sinan Paşa geride 3.500 asker bırakarak geri döndü. Orduyu yakından takip eden Mihai önce bu askerleri vahşiçe katletti. Sinan Paşa Tuna’nın kuzeyinde bulunan Yerköğü’nden Ruscuk’a geçerken ordunun ikiye bölünmesi ve Paşa’nın ganimet hevesi dolayısıyla yaşanan aksaklıklar sonucu Akıncılar henüz köprüden geçmediği sırada, voyvoda Mihai’nin saldırısıyla karşılaştılar. Köprü yakıldı ve Akıncıların büyük bir kısmı Tuna nehrinde boğularak can verdi. Geride kalanların hepsi de katledildi. Bu hadiseden sonra Akıncı Ocağı tekrar toparlanamadı ve 17. yüzyılda önemini tamamen yitirdi.