Osmanlı’nın saltanat müziği, 15. yüzyılda İstanbul’un fethedilmesine kadar geçen süre içerisinde, Horosan, Herat ve Semerkant gibi İslam-Doğu Müziği’nin merkezleri kabul edilen şehirlerdeki sanat anlayışıyla hazırlanmıştır. Bu bölgeler; El Kindi, Urmiyeli Safiyüddin ve Meragi gibi büyük müzisyenlerin icraatlarıyla kendilerine zengin bir dünya yaratmıştı. Bu zengin dünyayı gören ve buradaki üretim merkezinin yavaş yavaş Anadolu’ya kaymasına önayak olan isimse, aynı zamanda besteci ve şair olan padişah II. Murat’tır. II. Murat sonrasında, Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettiğinde, hem yerleşik bir saray olarak Topkapı Sarayı’nı yaptırmış, hem de I. Murat’ın kurduğu Enderun Mektebi’ni güçlendirerek, saray müzisyenliği kurumunu oluşturmuştur. İşte bu gelişmeler sonucunda, 15. yüzyılda teori, 16. yüzyılda icra ve bestecilik hakimiyeti, siyasi ve askeri alanda da olduğu gibi, doğudan Osmanlı’ya doğru kaymış, Osmanlı-Türk Müziği adlı özgün bir alanın kapıları açılmıştır. İmparatorluğun merkezinde üretilen bu sanat müziği, Padişah’ın desteğiyle bir saltanat müziği haline gelmiştir.
Karlofça’yla başlayan sonraki yüzyıl, devletin 3 kıtaya yayıldığı bu iki yüzyıl kadar parlak geçmedi. Şerif Mardin’in; Avrupa’nın toplumsal ve fikirsel birleşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşımlar bütünü olarak tarif ettiği “batılılaşma” mefhumu, Osmanlı-Türk Müziği’ne bu dönemde girmiştir. Yine de bu çok hafif bir kaymadır; çünkü Leh asıllı Enderun’lu Ali Ufki, batı notasıyla eser tespit etmişse de, devletin alfabesine ve sağdan sola yazım tekniğine sadık kalmış, zaten bugünden itibaren 200 yıl boyunca Avrupai nota Osmanlı müziğinde hiç kullanılmamıştır.
Lale Devri, Osmanlı’nın Avrupa’daki elçiliklerini arttırdığı, buradaki yapının daha üstün olduğunun kabulüyle yüzünü Batı’ya döndüğü bir dönemdir. Dolayısıyla müzik ve eğlence hayatı da bazı değişiklikler yaşamıştır. Edebiyat ve müzik bu dönem inşa edilen gösterişli yapılarda düzenlenen toplantıların başrolünü işgal etmiş; halkın ve özellikle kadınların katıldığı eğlencelerle müzik yaşantısı zenginleşmiştir. Tanburi Mustafa Çavuş’un girişimiyle o güne dek küçük bir form olan şarkı formunun geliştiği bir farklılaşma evresi yaşanmıştır. Bu evre Patrona Halil İsyanı sonucu, sanat ve sanatçıya büyük destek veren III. Ahmed’in tahttan indirilip yerine yeğeni I. Mahmud’un getirilmesiyle son bulmuştur.
Bugüne değin gelen Osmanlı-Türk Müziği, Fransız İhtilali’nin eşiğinde tahta çıkan bir padişahın 18 yıllık saltanat döneminde zirvesini yaşamıştır. Amcası I. Abdülhamid tarafından, kafes hayatı yaşamasına rağmen iyi bir eğitim verilen III. Selim bu dönemde edebiyat ve müzikle ilgilenmiş, Osmanlı’nın köklü bir değişime ihtiyacı olduğu fikrini kabul etmiştir. Batı’ya dönük bu değişimin önündeki Yeniçeri Ocağı ve ulema engellerini dolaylı bir yoldan kaldırmak üzere Yeni Düzen anlamına gelen Nizam-ı Cedid ordusunu kurmuştur. Ama yanlış anlaşılmasın, III. Selim dönemi, geleneğin terkedildiği, yüzün yalnız Batı’ya döndüğü bir dönem değil, kendisinden önce gelen unsurları muhafaza etmek ve bunun üzerine yeni makam ve formlar eklemek suretiyle geleneğe yeni soluk getiren bir dönem olmuştur. Hem III. Selim hem de başta İsmail Dede Efendi olmak üzere III. Selim’in destek verdiği besteciler, geleneksel ve yeni formlar içinde eserler vermişlerdir. Bu reform dönemi tabiatıyla geniş bir muhalefeti de içinde barındırmıştır. Yeniçeri Ocağı da devlet içindeki bazı güçlerin desteğini alarak III. Selim’i tahttan indirmiş ama Mevlevi ayininden köçekçeye kadar geniş bir yelpazede icrasına devam eden İsmail Dede Efendi’nin tesiri I. Abdülmecit’e kadar devam etmiştir.
Bundan sonraki dönem, hem devlet hem Osmanlı-Türk Müziği adına önemli değişimlerin yaşandığı bir süreçtir. II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nı kapatırken, devletin geleneksel askeri müzik kurumu olan Mehterhane’nin de ilgasına sebep olmuştur. Mehterhane yerine, zamanla saraydaki tüm müzik çalışmaları içerisinde barındıracak olan Muzıka-yı Hümayın bir bando kimliğiyle kurulmuştur. Bandonun başına getirilen İtalyan Guiseppe Donizetti ise, batı notasını 1600’lerden sonra ilk kez etkili şekilde saraya sokan isim olmuştur. Bu dönemde Osmanlı-Türk Müziği yanında batı müziği de tevşik edilirken, II. Mahmut’tan sonra gelen Abdülmecit zamanında işler tersine dönmüştür. Uzun yıllar sarayda büyük bir itibar görmüş olan Dede Efendi, Abdülmecit tarafından saraydan uzaklaştırılmıştır. Padişah, Topkapı Sarayı’nı terkedip, Batı tarzında yapılan Dolmabahçe’ye taşınmış; Osmanlı tarihinde ilk defa ziyaret için yurtdışına çıkmıştır. Batılı devletlerin yönetime müdahale etme yollarını aralayan Tanzimat ve Islahat Fermanı bu padişahın döneminde gerçekleşmiş, yalnız orkestraların sesinin yükseldiği saraydan Osmanlı-Türk Müziği giderek uzaklaşmıştır.
Abdülmecit sonrasında başa gelen iki padişah da, tek bir tarafa gösterilen bu dengesiz ilgiyi daha çok makam müziği tarafına doğru çekmişlerdir. Abdülaziz ve sonra gelen V. Murat, Batı geleneğini işaret eden piyanonun yanında, lavta, ney, kemençe gibi ensturmanlar da çalmaktaydılar. Meşrutiyetlerin ve devletin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’nin ilan edildiği dönem padişah koltuğunda oturan Abdülhamid, batılılaşma karşısında “Eğer bizde bazı ıslahatlar kabul edilecekse, memleketin hakiki şartları göz önünde tutularak yapılmalıdır” ve “Avrupa medeniyetinin en iyi taraflarını alıp Şark kültürüyle birleştirmek suretiyle meydana gelecek ve olgunlaşacak yepyeni bir medeniyeti bizde ancak mustakbel nesiller görebilecektir” şeklinde bir tavır takınmıştır. 31 Mart ayaklanmasıyla tahttan indirilen Abdülhamid’in yerine siyasal gücü temsil eden İttihat ve Terakki, Batı’yı üstün güç olarak görse de, Mehmet Akif ve Ziya Gökalp gibi isimlerin taklitçiliğe karşı çıkışları da dönemin belirgin özellikleri arasındadır.
Türk Müziği’ni icra eden besteciler, Batı etkisinin hakim olduğu saraydan uzaklaşıp şehir halk müziği alanlarına yönelmişlerdir. Bu bestecileri İstanbul halkı sahiplenmiş, Batılılaşma hareketleri yalnız sarayda vuku bulmuştur. Sarayın bu tutumunun benzeri cumhuriyet döneminde de devam etmiş, Osmanlı-Türk Müziği, Arap-Acem müziğiyle ilişkilendirilerek 1934-36 arası dönemde radyolarda çalınması yasaklanmıştır. Günümüzde Türk Müziği Devlet Koroları, Türk Müziği Devlet Konservatuarları vb. kurumlar tarafından Osmanlı-Türk Müziği devlet katında desteklenmiş ve bu geleneğin 21. yüzyıla taşınması sağlanmıştır.