İlm-i menazır, yani diğer adıyla optik, Osmanlı ilim dünyası içinde en çok eser verilen alanlardan biridir. Doğrudan konuya ait çalışmaların yanı sıra; astronomi, felsefi fizik, kelam ve tıp gibi çeşitli ilim dalları da konunun muhtelif yerlerini aydınlatmada yardımcı olmuştur. Konuya ait temel kaynaklar, optik çalışmalarının İslam dünyasındaki başlangıcı kabul edilen İbnü’l-Heysem’in “Kitab-el-Menazır”ı ve görmenin nesneden yayılan ışınlar sayesinde meydana geldiğini dile getiren Kemalüddin el-Farisi’nin “Tenkih el-Menazır” (Optik’in Düzeltilmesi) adlı eseri olarak kabul edilmiştir.
Osmanlı’nın ilk bilim tarihçisi Taşköprülüzade Ahmed Efendi tarafından, geometri bilimi içinde sınıflandırılan ilm-i menazırın temel konuları yansıma, yakıcı aynalar, hale, gök kuşağı, göz ve doğrudan fiziki optikti. Nalbantzade Hüsameddin Tokadi, Hocazade Muslihuddin Efendi, Mollazade Rumi ve Üveys Kocevi gibi 15. yüzyıl Osmanlı ulemasından şahsiyetlerin; oluşumunu ve özelliklerini incelediği gök kuşağının ise, ilgi ve dikkat dağılımında o dönemin öne çıkan alanlarından olduğunu görüyoruz.
Aristotelesçi fizik ilkelerini tasfiye etmek amacıyla, teorilerini Platoncu çizgiye yakın bir felsefi akım olan İşrakilik üzerine kuran Ali Kuşçu, renk ve ışık ilişkisinde, ışığın rengin varlık sebebi değil tezahür sebebi olduğunu söylemiş, yarım kalan eserlerinde optiğin diğer konuları hakkında yazılar yazmış, geometriyi bir çözüm aracı olarak kullanmıştır.
Fatih Sultan Mehmed döneminde yaşamış olan Fethullah eş-Şirvani; İbnü’l Heysem ve Kemaleddin el-Farisi’nin; fizik ilmini geometrik açıklamalarla genişleterek yaptıkları büyük devrimin farkına varmış; görme teorileri, ışığın yansıması ve kırılması gibi olayları yine geometrik biçimlerle açıklamıştır. Eserlerinde İbn Sina, Şirazi gibi isimlere göndermelerde bulunmakla beraber, kendi fikirleriyle de bu devrimi ileriye götürmüştür. Ayrıca Şirvani’nin eserleri, 14. yüzyıldan itibaren Heysem-Farisi çizgisinin optik alanına tamamen hakim olduğunu göstermesi açısından değerlidir.
Matematikçi-astronom Mirim Çelebi; ilm-i menazırı özetleyen bir eser verdikten; II. Beyazıd döneminde yaşamış Hasan Dıhlevi, Avrupa’dan Horasan alimlerinin incelemesi için gönderilen bir aynayı ve görmeyi konu edinmiş eserler meydana getirdikten sonra, optik bilimi Takıyyüddin er-Rasıd ile 16. yüzyılda doruk noktasına ulaşır. O zamana kadar yapılmış tüm çalışmaları ihtiva eden eserleriyle ilm-i menazıra son şeklini veren Rasıd, deneysel kontrol yöntemleri kullanmış, rengin oluşumuna dair çalışmalarıyla çağının üzerine çıkmıştır. Işıkların kaynaktan küresel olarak çıktığını ve doğrusal olarak yayıldığını söyleyen Hollandalı Huygens’ten 100 yıl önce bunu dile getirmiştir.
Ali Kuşçu’nun zayıflattığı Aristocu fizik, Lale Devri’nin önemli ilim adamlarından Yanyalı Mehmed Esad Efendi’yle birlikte tekrar etkili olmaya başlamıştır. Esad Efendi, İbn Rüşd’e dayandırdığı fikirleriyle, teoride ve pratikte fiziğin bir bilim olarak kabul edilmesi yönünde eserler vermiştir. Teleskop ve mikroskop gibi optik aletler de ilk defa bu eserlerde bahsedilmiş, Osmanlı toplumu Yeniçağ’ın Avrupa bilimiyle bu dönemde karşılaşmıştır. Esad Efendi’den sonra, modern Batı bilimini, çevirileriyle Osmanlı-İslam dünyasına sunan İshak Efendi, bu eserlerinde ışığın mahiyeti, yansıması ve kırılması, renkler ve görüntünün oluşması gibi konuları incelemiştir.
Takıyyüddin er-Rasıd ve İbnü’l-Anz el-Yemeni’nn kullandıkları teleskop veya dürbün benzeri iki alet tespit edildiyse de, optik alanında Osmanlı’da kullanılan materyallere dair kapsamlı bir çalışma henüz yapılmamıştır.