Ortaçağ soylularının, yazın arazilerini denetlemek ve mevsimin yaşanmaz hale getirdiği (pislik, hastalık vb.) şehirden uzaklaşmak için kırlara göç etmesi, şaşırtıcı da gelse bugünkü turizmin çıkış noktalarından biri. Tarihin bu ilginç seyrine şöyle bir bakalım: yaz-kış başka saraylarda yaşayarak durgun hayatlarına tat katmaya çalışan aristokrasi, bu mirasını burjuvaziye bıraktı, tabi sarayların yerini de otel ve pansiyonlar devraldı. “Şehirlilerin, yazları tattığı kır hayatı zevki” anlamına gelen sayfiye de bu şekilde ortaya çıktı. Aslında, Bergama Krallığı’nın, Roma İmparatorluğu’nun, Antik Mısır’ın da sayfiye yerleri vardı ama 19. yüzyılla beraber burjuvazi sayfiyeyi bir sosyal statü, yani performans olarak algılamaya başladı. Üst sınıflarca yazın yapılan bu göçün halk arasında “tatile çıkmak” kalıbına dönüşmesi için de epeyce beklemek gerekecek.
Türk Edebiyatı önceleri, bu istirahat ve eğlence dönemini, Adalar ekseninde hüzün ve ıssızlıkla sunsa da, halk yavaş yavaş sayfiyenin asıl anlamını kavrayacak. Baba şehirde çalışırken kadın ve çocukların kaldığı yazlıklar, yazlık satın alamayan orta sınıfın “tatile çıkmaları” ve 68 kuşağıyla bakir sahillerin keşifleri derken yaz mevsimi artık eskisinden daha başka manalara gelmeye başlayacak. Çocukların eğlenceyle, yaşlıların dinlenmeyle hatırladığı sayfiye zamanları günlük hayatımıza ne zaman girdi peki? Bu sorunun cevabını vermek için Osmanlı’nın modernleşme sürecine göz atmamız gerekiyor.
Köylülerin yaylaya çıkma geleneklerini saymazsak 19. asra kadar sayfiyeye gitmek, sarayın ve devlet büyüklerinin adetiydi. Bu büyük göç, padişahın fermanıyla birlikte, Suriçi’nden başlayıp şehrin civarındaki köşklerde, yalılarda ve kasırlarda biterdi. Padişah o zamanlar şu sahilsaraylarını kullanırdı: Sepetçiler Kasrı, Üsküdar Sarayı, Beşiktaş Sahilsarayı, Çırağan Sarayı, Aynalıkavak… İstanbul’un başkent olmasıyla Boğaziçi’nin sayfiye yeri haline gelmesi anlaşılır da olsa, Lale Devri’nden sonra, burada bulunan küçük balıkçı köylerinde köşklerin ve yalıların ortaya çıkmasının başka bir sebebi var: Zenginleşen Rum armatörler ve diplomatik konularda görevi artan Fenerli Rum Beyleri. Yavaş yavaş sayfiyeye dönüşme eğilimi, şehirleşmenin yanında büyük toplumsal değişimlerin de yaşandığı 19. asırda artacak, ulaşım ve iletişim imkanlarıyla bugünkü “yazlık” kavramının ilk tohumları atılacaktır. Osmanlı’da kurulmuş olan ilk yerli şirket; Şirket-i Hayriye, vapurların işleyişini düzenleyerek Boğaziçi ve Adalar’ın sayfiye yeri olmasını hızlandırdı. Kırım Savaşı sonrası gelen gayrimüslimler ve Mısır’ın Hıdivlik olarak şekillenmesi sonrası Mısırlı zenginlerin kendilerini kanıtlamak için kasırlar ve yalılar yapması da yavaş yavaş İstanbul’un çehresini değiştirdi. Kapalıçarşı’nın zengin esnafı, gelişen orta sınıf da bu furyaya dahil oldu. Artan ulaşım imkanıyla padişahın fermanı da eski anlamını yitirecek, halk istediği vakit sayfiyeye çıkabilecek ve artık kendine özgü bir sayfiye kültürü gelişecektir. Çamlıca, Bakırköy, Yeşilköy, Erenköy, Beşiktaş, Tarabya, Adalar, Bebek, Arnavutköy, Kuzguncuk… Önceleri şehir dışı sayılan bu noktalar, Suriçi’nden ibaret olan İstanbul haritasını genişletecek ve böylece sayfiye geleneği bir şehrin sınırlarını değiştirecektir.