Padişahın fermanıyla birlikte, hanedan ve devlet büyükleri göç için hazırlık yapmaya başlar. Rota bellidir, ya Boğaziçi köyleri ya da İstanbul’un en eski sayfiyesi olan Çamlıca. Buradaki köşklerin içi dayalı döşelidir, yalnız mutfak eşyası ve yazlık giysiler alınsa yeter. Arabalarla Sirkeci’deki iskeleye gidilir, kayıklarla karşıya geçilir, sonra manda ve öküz arabalarıyla Fıstıkağacı, Bağlarbaşı ve Nakkaştepesi gibi bölgelerden geçerek Çamlıca’nın o güzel yolu çıkılırdı. Öyle ki, yıllar sonra Abdülhak Şinası Hisar bu yol için “Keşke uzun bir ömrüm olsaydı da zamanımı bu yerler arasında taksim ederek her birinde ayrı ayrı seneler yaşıyabilseydim!” diyecektir. Bahar sonu ya da yazları yapılan bu göçler tabi daha Kadıköy ve Beykoz’da sürgünlerin yaşadığı döneme denk düşüyor. Çamlıca’ya şiir yazacak kadar düşkün olan II. Mahmud’la birlikte hem göçün hem de Çamlıca’nın çehresi değişecek.
Çamlıca’yı İstanbul’un en eski sayfiyesi yapan padişah IV. Murad, burada Bağ-ı Cihan adlı kasrı yapmış daha sonra Çamlıca hanedan ve devlet erkanı için yazlık bir mesken olmuştu. “Pek hâhişi var gönlümün ey serv-i bülendim / Yarın gidelim Çamlıca’ya cânım efendim / Redditme sakın bu sözüm şâh-ı levendim / Yarın gidelim Çamlıca’ya cânım efendim” diyen II. Murad dönemi, kayıkların yerini Şirket-i Hayriyye vapurlarının alacağı, yastıkların yanına koltuk, kanepe götürüleceği, alafranga eşyalara ilginin artacağı, Çamlıca’nın iyiden iyiye rağbet gören yazlık bir mekan haline geleceği bir süreci başlatır. Acıbadem ve Bağlarbaşı semtleri bu akından payını alarak şehrin sayfiyeliğinden varoşluğuna terfi eder. Tabi Çamlıca’nın dokusu da yavaş yavaş bozulur. Çocukluğunu bu değişimin gölgesinde geçiren Ercüment Ekrem Talu “Sayfiyeye, süs göstermelik lüks yarışına çıkmak, birbirine nisbet vermek birbirinden aşağı kalmamak kaygısı ile değil, düpedüz hava tebdili etmek, tabiatın nimetlerinden, güzelliklerinden faydalanmak için gidilirdi” der çocukluğunun Çamlıcası’nı anlatırken.
Tüm bu değişim sayfiyede giyimden kuşama, mimariden eğlence hayatına ayrı bir kültür oluşturur. Üsküdar’da tiyatrolar sergilenir, Çamlıca tepesinden Boğaziçi’ne bakmak yüksek zümre arasında moda olur , mehtaplı gecelerde kadınlar deniz gezintisi yapar, musiki hiç eksik olmazdı. Ahmed Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’de, yerleşen bu sayfiye kültürünün Hamdi Bey’in tablolarından Aşk-ı Memnuya kadar edebiyat ve resimde etkili olduğunu yazar. Edebiyat tarihimize baktığımızda, bunun çok yerinde bir tespit olduğunu görmemek mümkün değil. İlk edebi roman olan İntibah, Çamlıca tepesinin uzun tasviriyle başlar. Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası romanında, alafranga heveslisi olan Bihruz Bey, aşk maceralarını Çamlıca’da yaşar. Buradaki Bektaşi dergahı, Yakup Kadri’nin Nur Baba adlı romanına konu olur.
Yüzyıllar boyu İstanbul’un sayfiyesi olmuş, Boğaziçi manzarası ve eşsiz doğasıyla insanları büyülemiş olan Çamlıca’nın hikayesi 1960’larda yaşanan göç ve çarpık yerleşme sonucunda, en azından şimdilik bitmiş görünüyor.