Osmanlı Kurumlar tarihi söz konusu olduğunda şehzadelik kurumunun bir kaç eser haricinde ciddi bir incelemeye tabi tutulmadığı ,sadece taht kavgaları ve şehzade belgelerinin neşriyle yetinildiği görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin hayatı boyunca önemli değişiklerle yüz yüze gelmiş bu kurum Osman Bey ile ilkeleşen tahtın babadan oğula geçmesiyle etkisini göstermeye başlamış ve Osmanlı klasik döneminin sonunda ekberiyet usulüyle kafes hayatı pratiğinin uygulamaya konulmasıyla bambaşka bir işleyiş kazanmıştır.
Şehzadelik kurumu hanedan üyeliğinden hükümdarlığa geçiş aşaması olarak karşımıza çıkar, fakat bu kurumu hükümdarın oğlu şehzadenin saray okulunda edindiği teorik ve pratik birikimi, sancak eğitimiyle kazandığı beceri ve tecrübenin harmanlanarak Devlet için fevkalade hükümdar yetiştirme sanatı şeklinde açıklamak daha yerinde olacaktır. Modern anlamda bir eğitim safhası olarak değerlendirilse de Şehzadelik kurumunu bu kadar basite indirgemek anlamsız ve gereksiz bir uğraştır. Gerek sancak eğitimi gerek şehzadenin sorumluluk alanı değerlendirildiğinde bu kurumun incelenmesinin tarih yazımında ne denli karmaşık ve meşakkatli bir alan olduğunun farkına varılacaktır.
Belli bir yaşa kadar İstanbul’da bulunan şehzadelerin sarayın içinde şehzadelik okulunda dönemlerinin en ileri hocalarından entelektüel eğitim alırlarken bir yandan da iç oğlanlarla binicilik ve dövüş sanatı derslerine katıldıkları biliniyor. Hükümdarın isteğine ve kararına göre sancağa çıkan şehzadelerin asıl eğitimi burada başlar. Bunun sebebi ise sarayda edindiği bilgiler ışığında şehzadenin sancak bölgesini yönetmesi, gerektiğinde savaşlara önderlik etmesinin önünü açmaktır. Bu bilgiler ışığında şehzadelik kurumunun bel kemiğini oluşturan sürecin sancak pratiği olduğu ortaya çıkar.
Osmanlı Devleti öncesi ve sonrası önemli bilim, kültür, ticaret merkezleri olan sancak bölgeleri her ne kadar şehzadenin yararı gözetilerek seçilse de detaylı inceleme sonucu devlet ile hükümdar yararının en başta gözetilen unsur olduğu göze çarpmaktadır. Özellikle on dördüncü yüzyıl ila on altıncı yüzyılın son çeyreğine kadar sancak bölgelerinin devlet çevresindeki coğrafyanın Türkleştirilmesi için uç bölgelerden seçilmesi, Anadolu isyanlarından bozulan asayişin temin edilmesi için Saruhan sancağının kurulması ile eski beylik merkezlerinin Osmanlı hükümdarına ve hanedan üyelerine itaati artırmak için Batı Anadolu sancaklarının oluşturulması şehzadelik kurumunun devlet ve hükümdar yararını en üstte tutan bir kurum olduğunu gösterir.
Sancağa çıkmadan önce temin edilen hazine yardımı ile sancağa çıktıktan sonra sancağın tüm gelirleri şehzadelerin gelir kaynaklarının büyük bir kısmını oluşturmaktaydı. Şehzadeler açısından sancak bölgesi büyük bir önem arz etmekteydi, özellikle İstanbul’a yakın sancaklara padişah tarafından atanmak hükümdarlık yolunda da atılmış bir adım olarak sayılırdı.
Bir şehzadenin sancak bölgesinde karar alırken hükümdara ve divana tam bağımlı mı yoksa bağımsız mı hareket ettiği sorusu kafaları karıştırmaktadır. Özellikle saray ile sancak arası yazışmaların kimi dönem şehzade adına değil de şehzadenin eğitimini ve akıl hocalığını üstlenen lalaların adına yazılması bu sorunu daha da karmaşık hale getirmiştir. Sancaktaki şehzadelerin bölgelerindeki yetki sınırı ve sorumluluk alanları bakımdan ortaya konan görüşler her ne kadar farklı olsa da bu farklılığın oluşmasındaki temel etkeni bulup çıkarmak çok kolaydır. Temel etken I. Selim’in sancak bölgesinde iken İstanbul’a giderek tahtı ele geçirmesidir. On altıncı yüzyılın yarısına kadar savaşlara önderlik yaparak destansı zaferler kazanan, gerektiğinde divana ve hükümdara karşı çıkabilen şehzadelerin yetkileri, I. Selim’in veliaht olan kardeşi Şehzade Ahmet’e rağmen sağlığı yerinde olan babasını tahttan indirmesi sonucunda giderek sınırlandırılmıştır. Sonuç olarak şehzadelerin yetki sınırlamasına gidilmesi on altıncı yüzyılın ikinci yarısına rastlar, bundan önce geniş bir yetki alanına sahip oldukları aşikardır.
Gerek hükümdarın ve devlet teşkilatının sağlam temeller üzerine inşasını sağlaması gerekse dönemin gelişmelerine yön çizmesiyle şehzadelik kurumunun Osmanlı Devleti açısından paha biçilemez bir yapıya sahip olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır, fakat bu ihtişama sahip kurum hazineye ağır yük olması öne sürülerek ağır bir revizyon sürecine sokulmuş, ardından hayata geçirilen Kafes Hayatı ise sancak pratiği kadar etkili ve başarılı bir uygulamaya dönüşememiştir. Açık olan ve söylenmesi şart olan durum ise sancak pratiğinden kafes hayatı usulüne geçiş daha sonra Osmanlı Devleti’nin çok ağır bedeller ödemesine sebep olacaktır.
Not: Bu yazıda Haldun Eroğlu’nun ‘’Klasik Dönem Osmanlı Şehzadelik Kurumuna Dair Bazı Görüşler’’ makalesinden yararlanılmıştır. (Türkler, 9. Cilt, sf. 855-859)