Sanırım bu kitabın Batı düşüncesi ve edebiyatı bölümlerinde ilk defa bir kadın yazara yer veriyoruz. Kadın müelliflerin hakkını yemek gibi bir niyetimiz olmadığı halde bu böyle hasıl oldu. Klasik denince akla gelen eserler hemen tamamen erkek elinden çıkma. Bunda bir tür ehli sünnet vel cemaat kategorisinin edebiyatta da geçerli olmasının payı büyük. En küçük topluluktan en büyük topluma kadar tarihin her döneminde erkek çoğunluğun yanı sıra kadın yazarlar, şairler de olmuştur, olmaktadır. Ne var ki bu sanatçıların kendileri çoğu zaman eserlerinden daha öndedir, daha meşhurdur. Sapfo’yu bilirsiniz ama şiirleri aklınızda olmayabilir. Kaab ailesinden Hansa bildiğiniz şaire isimlerinden olabilir, onun şairliğini gözeterek İslam’ın kadın şairler konusunda bir sınırı olmadığını öne sürebilirsiniz. Hazreti Ayşe’nin şiir yazdığı da sıkça duyulan rivayetlerdendir. Ne var ki, Hansa’nın ya da Ayşe’nin şiirinden bir şey yoktur hafızamızda… Bu anlamda Emily Brontë, bir ilkörnek sayılsa yeridir. Haşin kadın yazarların, kendisinden çok eseriyle tanınan sahici kadın yazarların ilki olarak yani. Haşindir evet, Wuthering Heights (Türkçesi Rüzgarlı Bayır ya da Uğultulu Tepeler) okunabilecek en ürpertici romanlardan biridir. Yazıldığı dönemin İngiltere’sinde kimse bu kitabı bir kadının, dahası bir genç kızın yazdığına inanmak istemedi. Mary Shelley’nin Frankenstein’ı düşünce olarak ne kadar tuhaf ve rahatsız edici, manyakça ve korkutucu olsa da kitabı da o kadar sıradandır. Bir oyundur Frankenstein, okuyucuda gerçeklik duygusu uyandırmada yeterince başarılı olamamıştır. Belki teyzelerimizin, halalarımızın, yengelerimizin, en çok da anne ve ninelerimizin korkutucu masallarıyla filan kıyas edilebilir Frankenstein. Bu yanıyla da değerlidir tabii; ama Wuthering Heights dediğimiz anda bütün ışıklar sönüyor birdenbire. Aslında romantik bir eserden söz ediyoruz burada. Bir imkansız aşk hikayesinden söz ediyoruz. Aşkın kutsallığını her şeyin üzerine çıkaran, ölümüne sevda teması üzerinde gelişen bir romanstan söz ediyoruz. Ama Wuthering Heights, adından başlamak üzere, romantizmin tuhaflıkla aşkı birleştirme azmini bir sonraki aşamaya, gotik edebiyat kültürüne kadar ilerletmiştir. Heathcliff, gotik edebiyatın belki de modernizmin her döneminde hayatta kalmayı başarmış tek kahramanıdır. Bildiğimiz kadarıyla çünkü inandırıcı biçimde ve tamamen kötü olmayı başaran tek kahraman odur. Yazarın bu konudaki tavırsızlığı ve tarafsızlığı çılgınca bir şekilde bunu sağlamaya yetmiştir. Bu da bugün bize çok şaşırtıcı gelmiyor. Genç kız deliliğinin ötesi olmadığını biliyoruz. En iyisini düşünebilen kırılgan, madun, iki çehreli ve didişken genç kız bilinci daha kötüsü düşünülemez kötüyü icat etmede rakipsizdir. Emily Brontë’yi (ki tacını Amerikan şairi Emily Dickinson’a bırakarak öldüğünde hâlâ genç kız denebilecek bir yaşta ve durumdaydı) belli belirsiz bir suçluluk duygusu olmaksızın hatırlayamamamızın sebebi bu olsa gerek. Bu duygu oldukça Brontë kardeşlerin bu en talihsiz Emily’si ve korkutucu romanı Wuthering Heights da hatırlanacaktır.