Efendim, “Bir Sahafta Bulunması Gereken 40” meziyet başlıklı bir denemecik neşretmiş ancak meziyetlerden yirmisini mahfuz tutarak okuyucunun ağzında yarım bir tat bırakmıştık ya, okuyucu o tadı özleyedursun, bu arada fakirde kadı oğlu kusuru arayanlar da adamın yaptığına bak “hep vaat hep vaat” diye arkamızdan söylenedursun, nasipse yirmi daha yazarız. Lakin bilgisayarın başına geçtik, bu sefer okuduğunuz başlığı taşıyan ve buraya kadar henüz yazılmamış “deneme” “Beni yaz, beni yaz” diye bir adım öne geçti, biz de bismillah çekip, bu birleşik karmaşık ve dahi sarmaşık cümleyi kurduk, Allah’a hamdolsun ve dahi afiyet eskilerin deyimi ile “kari taifesi” üzerine olsun, amin…
Hemen burun kıvırmayın canım, aminimiz olacak duayadır ve nihayetinde yazmak, yazı okumak, kitaptan bahsetmek yahut o bahse dair fikir ve zikir sahibi olmak bir afiyet meselesidir. Afiyetle mesele kelimelerini de yan yana getirdik ve cümle kurduk ya, e, aşkolsundur.
Diyelim sahafsınız, bir kütüphane düşürdünüz, kitapları önce bir depoya taşıdınız yahut düşürdüğünüz kütüphane zaten depodur, orda çalıyorsunuz. Veya diyelim biri size kütüphane düşürdü, önce bir bavul, ne bileyim bir çanta kitapla geldi, baktınız kitaplar cins kitap, ürkütmemek için devamı var mı diye sormadınız, adamın “Bunlardan daha çok var” demesini bekleyerek fiyatı bir miktar makul olanın üstünde tuttunuz, ardı arkası olduğunu itiraf ettirip af buyurun farenin ambardan darı çekmesi gibi kitapları çekmeye başladınız, yahut eskicileri hurdacıları dolaşırken bir öbek sahaflık kitapla karşılaştınız, ganimete çöktünüz, yine af buyurun tabii. Yahut biri perakende kitap getirdi, ilk bakışta muhabbeti koyulaştırıp hareme dahil ettiniz, bunun gibi “yahut”lar uzar gider, özetle cümle şu, aldığınız bir kitabın değerini neye göre tayin edersiniz?
Hele şükür, nefesinizden dolayı sizi tebrik ederim, ne güzel okuyorsunuz… Nerede kalmıştık, neye göre değer, bir defa değer biçemeyeceğiniz kitaplara kavuşmayı Tanrı Teala Hazretleri size nasip etsin, bu zor olur ama, yine de amin, ola ki duamız dairesine bizi de dahil eder, bir kısım kitap satıcısı ellerine düşen kitapları tamamen millî kaygılarla Millî Kütüphane’ye ne bileyim Türk Dil Kurumu’na götürür, orada bir komisyon toplanır, o komisyon kitaba “değer” tayin eder, birtakım bürokratik işlemlerden sonra parası ödenir, kitaplar kütüphanelerde yerini bulur, bunlara değer biçerken elbette bir “kriter” vardır ancak gavurların aynı kitaba verecekleri akçenin onda birini vermezler, onda ki bu kurumlara yazma akışış pek olmaz, ecnebi memleketlerdeki “Türk yazmaları”nın memleketi terk hikayesinde böyle bir taraf da var, acıklı bahistir, geçelim… Geçelim geçmesine de, geçilmeyecek kadar mühimdir. Ne diyorduk, Allah size değeri biçilmeyecek kitap nasip etsin, ne bileyim Kaşgarlı dedemizin lügatinin bir kopyasını Dede Korkut atamızın bilinmedik başka hikayelerinden oluşan “müellif hattı” bir yazmayı, ne bileyim Kaf Dağı tasvirli bin yıllık bir masal kitabını, Fatih Hazretlerinin kenarına kuş resimleri çiziktirdiği dönemin bilim ve sanat kitaplarını, sayarsak sayfa dolar, bunlara değeri kim biçecek erenler, komisyon üyeleri mi, hadi oradan, o zaman değerini elinizi vicdanınıza koyup siz biçersiniz ve nihayetinde biçtiğiniz değer de devenin kulağından ibarettir.
Az önceki paragrafı atlayalım ve sadede gelelim ve diyelim aahaf hazretleri bir kitabın arkasına fiyat etiketi yapıştırırken sadece o kitabın dolaşımdaki fiyatını baz almaz, kitabın hususiyetine göre değerlendirme/değerleme kriterleri vardır. Erinmeden üşenmeden, sayfa be sayfa o kitabı inceler, hatta ince eler, kitap da elekten geçer mi demeyin, sahafın bir meziyeti de kitap eleme bilgisine sahip olmasıdır. Eksik mi değil mi, fersude mi formaları açılmamış mı, yorgun mu argın mı, arı mı duru mu, hilesi hurdası var mı bütün bunlara bakar ve…
O üç noktadan devamla bir defa baskı sayısı, numaralı baskı ise kaç numara olduğu, matbaada kaybolup kaybolmadığı, yasaklı olup olmadığı, depoda yangın çıkıp çıkmadığı, bütün bunlar kitabın “sayı”sında etkilidir, az basılan her kitap sahaflık nadir kitap değildir kuşkusuz da, sahaflık kitabın baskısının az olması değeri artıran bir unsurdur ve…
O “ ve” den devamla, kitabın ciltli yahut kendinden kapaklı oluşu, hem kendinden kapaklı hem ciltli oluşu, kapağı üzerinden mi ciltlendiği yoksa kapağının kesilerek cilde mi yapıştırıldığı, kapak resminin kime ait olduğu, cildinin deri olup olmadığı, deriyse ne derisi olduğu, cilt şekli, ciltteki el işçiliği ve itina kat sayısı, cilt içlerinin ebrusu ve…
Yine o üç noktadan devam edelim, sayfa kenarlarının notlu ve şerhli olup olmadığı, bu notları düşenin kimliği, kitapta okuyucunun/sahibin tashih yapıp yapmadığı, bunlarda kullanılan kalem ve mürekkep, kitabın yazarından imzalı olup olmadığı, imzalıysa kime imzalı olduğu, çıkarılabiliyorsa birinci, ikinci üçüncü ve devamı sahiplerinin kim oldukları ve…
O “ve” orada dinlenedursun, kitabın cinsine göre ne kadar fotoğraf, gravür, harita, desen, çizgi içerdiği, bunları çizip yazan şahısların önem derecesi, resimlerin el boyama mı yoksa baskı mı olduğu gibi ayrıntılar ve…
O “ve” de orada bekleyedursun, kitabın hangi müzayedede kaç akçeye kime gittiği, kimlerin koleksiyonunda arzı endam ettiği, hangi mezatta kim tarafından satıldığı, tekrar olacak ama kimin kütüphanesinden çıkmakla marufluğğu ve…
E, bu “ve” de cümlenin bitimini bekleyedursun, bekleyedursun da, bizim de bir sabrımız var erenler, sahaf birader, yapıştır artık şu etiketi, gidip alalım da kütüphanemiz şenlensin, söz arasından çıkanlar senin olsun, arasından çıkanlara dair bir yazı ise alacağın olsun, “hep vaat hep vaat” diye arkamızdan dil ekşitsen de böyle…