Rus romanının iki zirvesinden biri olan Kont Tolstoy’un sanatsal ortağı ve rakibi Dostoyevski ile farkı Dostoyevski’nin düşünceyi ve kişiliği öne almasına karşı kendisinin romansallığı ve süreci elden kaçırmak istememesi, bütün gayretini insan davranışını en başından kurgulamaya ve konumlandırmaya hasretmesidir. Sonradan bundan duyduğu pişmanlık ve üstlendiği anarşist düşünürlük pozu romanlarının şöhretiyle yarışan bir şöhret kazanmış olsa da sevgili Kont’u klasikler arasında tutan bugün için hâlâ romanlarıdır. Anarşizmi ise giderek yavanlaşmakta ve önemini kaybetmektedir. Kısaca, Tolstoy deyince aklımıza hâlâ roman geliyor. Bütün romanlarından önce de Savaş ve Barış. Tolstoy’da herhangi bir davranışın, sözün veya jestin, dahası olayların ve olguların anlamı bireylerin davranışının belli bir süreç içinde titiz bir şekilde gözlenip irdelenmesinden sonra gelir. Sanatla düşüncenin mutlak özdeşliği. Bunun yüksekliği ve genişliği hayata hakimiyeti, hayata hakimiyeti de roman sanatı içinde hayatı tüketmesi ve yazarın kendini korkunç bir şekilde hayatsız hissetmesini getirmiştir. Yazarın kişisel varlığını romanın içinde çözmüş ve romanla özdeşleştirmiştir. Flaubert “Madame Bovary benim” derken bir Fransız züppesinin uyanıklığını, şımarıklığını, nihilizmini ortaya koyuyordu her şey bir tarafa. Bu tür bir sözü Tolstoy kesinlikle daha fazla hak etmiştir. Belki de bu sayede, Kont’un bu tür bir artistiğine şahit değiliz. Daha büyük (Rus!) bir artistikle roman sanatını aşarak felsefe ve estetiğe, dahası siyasi ve dinsel düşünceye atlamaya kalkmıştır. Bunun masum ve kabul edilebilir tarafı romancının roman sanatı içinde çözülen kişiliğini geri kazanma arzusudur. Bu arzunun tarafında durup Tolstoy’a bakan çok sayıda Avrupa ve Batı karşıtı olmuştur geçtiğimiz yüzyılda. Ki Tolstoy’un romanlarından başlamak üzere savaş karşıtı, aristokrasi-kilise ilişkisine göre kurulmuş feodal toplum karşıtı, ama aynı zamanda zarif kent hayatı yahut da sosyete karşıtı, aynı zamanda hem bireyin selametini arzulamasına rağmen modernite ve bireycilik karşıtı tutarsız, bütünlüksüz, çapraşık ve mükemmelci, yer yer sallapati ve düzensiz görüşlerinden fazlasıyla ilham aldığı da su götürmez. Tolstoy’un hayatının ilk gününden son gününe bir mutsuz, yalnız ve çirkin olduğunu; ama bunun getirdiği baskıyla kişiliğini sanatın ve düşüncenin arkasına saklayarak hep altın çocuğu oynadığını hep akılda tutmak gerekir. Ciddiyetle haşarılığın, parlak jestlerle titiz gayretlerin çattığı bir, teke ve öze indirgenemez huzursuz yapı olarak roman sanatının tahtına Tolstoy hazretlerini oturtmanın fazla bir sakıncası olmasa gerek. Ne var ki, Tolstoy’un aynı derecede huzursuz, mükemmelci ve tatminsiz mizacı bunu kabul etmezse de fazla şaşırmamak şartıyla…