Köprülü’nün has talebesi kimdir? Belgeye boğulan İnalcık mı, yoruma kapılan Akdağ mı, hafif ses tonuyla konuşan Köymen mi? Bana kalırsa Köprülü’yü her anlamda takip eden adam Osman Turan’dır. Avrupa hayranı entelektüellerimiz her fırsatta lanetledikleri “Türk-İslam sentezi”nin Hisar çevresi tarafından icat edildiğini, Turgut Özal döneminde siyasi olarak formüle edilerek uygulamaya konduğunu zannederler. Bu artık somut bilgiymiş gibi klişeleşti. Oysa Türk-İslam sentezi, Osman Turan’ın Selçuklu tarihi çalışmaları sırasında fark ettiği bazı gelişmeleri isimlendirmek için icat ettiği bir şey. Daha sonra bunu siyasi aktüaliteye, reel siyasete de taşımak istiyor ve bu nedenle de Süleyman Demirel’in Batıya dönük uzlaşmacı tavrı onda hayal kırıklığı yaratıyor. Osman Turan tarihçilik çalışmaları sayesinde bir zihniyet tasarımına, Türklerin tarihteki rolüyle ilgili bir kanaate varmıştı. Buna “cihan hakimiyeti mefkuresi” adını verir. Akla Spengler ve Toynbee’yi getiren bu görüş bugün biraz fazla kalın gelebilir; fakat 1930’lu ve 40’lı yıllarda milletlere belli tarihsel roller biçmek entelektüel şuurun bir göstergesiydi. Öyle ki biri faşist diğeri komünist olmasına rağmen Spengler de Gramsci de sınıfların, milletlerin kültürel karakteri ve tarihsel rolleri hakkında mutlaka kanaat bildiriyordu. Köprülü, ki dünyanın gelmiş geçmiş en yetenekli tarihçilerinden biridir, Avrupalılarla diyalog içinde kalarak Türk tarihçiliğine yer açmaya gayret ediyordu. Mesele yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin savunulmasıydı; yoksa geçmiş gitmiş bazı olayları doğru anlatmak değil. Türkiye’nin savunulması fikri Osman Turan’da kültürel bir hücuma dönüşüyor; İnalcık’ta ise Batılıların verdiği dersi iyi çalışmaya. Osman Turan kabına sığamayan, yetenekli ve belki kendi yeteneğini biraz abartan bir adam. Batılılarla diyalog kurmaması bugün dünya çapında gölgede kalmasına neden oluyorsa da Selçuklu çalışmalarının zirvedeki yerini korumasına engel değil yine de. Eserinin bekçiliğini de pek yapmamış. Bilgiyi ele geçirmek Cumhuriyet entelektüelleri için büyük davaydı. Osman Turan ele geçirdiği bilgiyle derhal “Büyük Türkiye”yi tarih sahnesine çıkarmak istiyor. Kişisel hırs tarafı da muhakkak vardır; fakat Osman Turan’ın son derece ciddi bir tarih akademisyeni olmasına rağmen bununla yetinmeyip politikaya atılmasını Cumhuriyet’in pozitif bilgiyi ele geçirmek ve bununla hamle yapmak projesine bağlamak daha yerinde olur. Selçuklular meselesini çözmüş olarak, Osman Turan, tarihçiliği de politikacılığı da geleceğin Türkiye’si için yaptığına inanıyordu. Geçmişin, Türkiye’nin kaynaklarının, Anadolu’nun Selçuklular tarafından fethinin anlamı bundan ibaretti. Türk-İslam sentezi bu ciddi çalışmanın ürünüdür. Sonradan içeriksiz şekilde kullanılmış olması başka mesele.