Kendi tezahürümüzle göz göze geldiğimiz ilk an, büyük olasılıkla durgun bir denizin, nehrin veya derenin kenarında, su parçasının yüzeyinde oluşan yansımayı farketmemizle gerçekleşmiş; insan olmanın tabiatında yatan bu gereksinim de bin yıllar boyunca varlığını hissettirmiştir. Bu ihtiyaç toplumlar üzerinde nüksettikçe, görüntüyü daha basit ve daha net görebilmenin yolları aranmış, her uygarlık, yaşadığı coğrafyaya bağımlı olarak günümüzde kullanılan aynaların ilk örneklerini üretmiştir. Aktif volkanlarla çevrelenmiş topraklara yerleşmeleri sebebiyledir ki İtalya ve çeşitli Ortadoğu halkları patlama sonrası soğuyan lavları cilalayarak görüntüyü aksettirmişlerdir. Bilinen ilk aynanın evi olan Çumra ilçesinde de lavın hızlıca soğuyarak kristalleşmeden hemen önce donmasıyla meydana gelen obsidyen cilalanmıştır.
200’lerde Romalıların ayna yapımı için camı tercih etmelerinden önce; altın, gümüş ve bakır gibi maddeler, saplı veya ayaklı aynaların yapımında kullanılmış, bu tip aynaların yaygın olduğu dönemlerde, dini amaçların çoğalmasıyla, aynalar uhrevi bir nitelik de kazanmışlardır. Ortaçağ boyunca Avrupa halkı bu madeni ve cam aynaları kullanmış, çağın sonlarına doğru ayna yapımında çok büyük bir devrim yaşanmış ve sır adı verilen metal kaplamalarla aynanın ışığı yansıtarak görüntü vermesi sağlanmıştır. Önceleri camın arkasına koyulan levhalar gümüş ve kurşundan yapılıyor olsa da gümüşün pahalıya mal olması sürekli bir sorun teşkil etmiştir. Ayna üretimini sekteye uğratan bu vaziyet, Venedikli cam ustalarının, gizli saklı çalıştıkları Murano adasında elde ettikleri bir alaşımla halledilmiş, burada üretilen aynaların dünyaya ihracatı da 20. yüzyıla kadar devam etmiştir. Venediklilerin kullandığı yöntem ise 19. yüzyılda, yerini Alman kimyacı Justus von Liebig’in bulduğu gümüş kaplama yöntemine bırakmıştır.
İslami döneme baktığımız zaman, Selçukluların ayna kullanımında diğer devletlerden daha önde olduğunu görüyoruz. Selçuklu aynaları, genel itibariyle arka yüzleri süslenmiş, halkalı ve saplı olmak üzere iki tipe ayrılırken, hepsi yuvarlak biçimliydi. Halkalı aynanın sahibine uğur getirildiği inanılır, üzerine yıldız veya efsanevi hayvan motifleri yapılırdı. Saplı aynalar ise günlük hayatta kullanılırdı. Osmanlılar ise, altın, gümüş, yeşim, demir ve bronz gibi çok çeşitli ve zengin süslemeli aynalara sahipti. 18. yüzyıldan itibaren ayna süslemelerinde Batı etkisi görülmeye başlanmıştır.
Günümüzde; aynalar, günlük kullanımlarının yanında, başka pek çok alan için de önemli bir yer teşkil etmektedir. Günlük kullanımlar için genellikle düz ve küresel aynalar tercih edilirken, İtalyan matematikçi Ghetaldi tarafından özellikle incelenen parabolik aynalar, fenerlerde ve otomobil farlarında geri yansıtıcı olarak kullanılır. Isaac Newton kendi teleskobunda yine bu ayna türünü kullanmıştır. Hatta dünya olimpiyatlarında kullanılan olimpiyat meşalesi, dev parabolik aynalarla tutuşturulmaktadır.