Tarihî Osmanlı arşiv evrakı, ot balyaları gibi çemberlenip vagonlarla Bulgaristan’a gönderilirken, Son Posta gazetesi yazarı İbrahim Hakkı Konyalı ilgili makamların dikkatini çekmek amacıyla bir makale kaleme alır. Ne var ki Konyalı işlemin durdurulmasına çalışmışsa da bir sonuç elde edilemez. Bir süre sonra, arşivde tasnif işiyle görevli Muallim Cevdet olayın takipçisi olur, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye bir telgraf yazıp evrak satışının incelenerek yapılan usulsüzlüğe son verilmesini ister. Gazetelerdeki neşriyat ve Manisa Milletvekili Refik Şevket İnce’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verdiği önerge üzerine hükümet bu konuda teşebbüse geçer, ama satılan evraktan ancak bir kısmı geri alınabilir. Olaya sebep olanlar hakkında soruşturma açılsa da Recep Peker’in başbakanlığı döneminde çıkan umumi af sebebiyle olayın sorumluları ceza almaktan kurtulur. Muallim Cevdet, Başbakan İnönü’ye yazdığı telgrafta şunları söyler:
Ankara’da Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine
İstanbul’daki maliye hazine-i evra-kından yüzlerce sandık vesika satılmıştır. Taşınırken sokaklardan toplanan ve çocukların ellerinden üçer, beşer kuruşa alınan vesikaların numunelerini getiriyorum. Bu faciayı durdurmak için lazım gelen emrin müsadeleri ile ita buyrulmasını ilim ve medeniyet namına ehemmiyetle rica ederim efendim.
İsmail Hakkı Konyalı, Muallim Cevdet, Osman Nuri Ergin ve İstanbul mebusu Halil Etem Eldem evrakı kurtarmak için faaliyete geçer. Ne var ki evrak çoktan beş vagona yüklenmiş ve Bulgaristan’a sevk edilmiştir.
Durumdan haberdar edilen Bulgar yetkilileri, kağıt yapılmak üzere bir İsviçre-Bulgar kağıt fabrikası tarafından satın alınan beş vagon evraka Sofya tren garında el koyar ve belgeleri fabrika yetkililerinden satın alır. Bu suretle belgeler kağıt hamuru olmaktan kurtulur, ama az miktarda da olsa evrakın bir kısmı, Bulgar hükümeti araya girmeden önce, kağıt fabrikasına teslim edilmiş ve ocaklara atılmıştır. Türk yetkilileri, bu belgeleri geri almak için derhal Bulgar hükümeti nezdinde girişimde bulunur, Bulgar tarafı da Türkiye ile münasebetlerini zedelememek amacıyla iki vagon evrakı geri gönderir.
Bununla birlikte alıkonulan üç vagon evrak Bulgaristan tarafından çeşitli depolarda saklanır. Söz konusu kıymetli arşiv malzemesini elinde tutmak niyetindeki Bulgar hükümetiyle Türk hükümeti arasında can sıkıcı tartışmalar yaşanır. Avrupalı tarih uzmanları da ele geçmiş bu değerli kaynakların geri verilmesine karşı çıkar, özelikle tanınmış Alman ve Avusturyalı Osmanlı mütehassısları Prof. P. Wittek ile Prof. Fr. Babinger belgelerin önemini Bulgarlara anlatır.
1. Dünya Savaşı sırasında düşen bir bomba evrakın bir kısmının yanmasına neden olur. Yangında çok eski ve değerli kaynakların tahrip olduğunun anlaşılması üzerine elde kalan belgeler savaş sırasında Sofya dışında bir yere taşınır, savaştan sonra ise Bulgar Millî Kütüphanesi Şarkiyat Bölümü’ne getirilerek bugünkü yerine yerleştirilir. II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Şarkiyat Bölümü şefi Prof. B. Nedkof ile arşivde çalışan Osmanlı diplomatika-paleografya uzmanları tarafından başlatılan tasnif çalışmaları halen devam etmektedir. Arşivde, çeşitli fonlara dağılmış binden fazla defter dışında bir buçuk milyon civarında belge bulunmaktadır.
Tasnif işi uzmanlarca devam ederken ben -Evgeni Radushev- akademinin Balkanoloji Enstitüsü’nden Millî Kütüphane Şarkiyat Bölümü’ne geçtim. Burada 1993-2003 tarihleri arasında çalıştım, arşivin araştırma sorumlusu olarak kıymetli Osmanlı kaynaklarından yararlandım, üniversite öğrencileri ile araştırmacılara kılavuzluk yaptım (2003’ten itibaren Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde görevli bulunmaktayım).
Sofya’daki bu Osmanlı arşivinin varlığı tüm dünyanın ilgisini çekmiş, ne var ki o dönemde komünist rejim altında bulunan Bulgaristan’a hariçten gelip arşivde çalışmaya imkan verilmemiştir (Prof. Halil İnalcık’ın bu yönde bulunduğu bir başvurusu reddedilmiştir). Sofya’da Prof. Dr. N. Todorov’un başında bulunduğu Balkanoloji Enstitüsü, Paris’teki Uluslararası Arşivler Merkezi (CIBAL) ile temasa geçmiş ve bu merkezde temsil edilmeye başlamıştır. Halil İnalcık’ın aktardığına göre, CIBAL İstanbul’daki Osmanlı arşiv evrakının mikrofilmlerinin Sofya’daki Osmanlı arşivine gönderilmesini Türk hükümetine teklif etmiştir. Böylece Sofya’daki arşivin dünyada yegane merkez haline getirilmesi amaçlanmış, ama İnalcık’ın uyarısı üzerine bu öneri reddedilmiştir.Bu arada, Bulgaristan’da sempozyumlar organize edilerek Osmanlı dokümanının uluslararası düzeyde değerlendirme faaliyetine başlanmıştır.
1989’da komünist rejiminin çökmesinin ardından Türk Hükümeti ile Sofya Arşiv İdaresi arasında yapılan anlaşma sayesinde iki arşiv konusunda işbirliği sağlanmış ve doküman teatisine başlanmıştır. Türk arşiv idaresinden Necati Aktaş ve Seyid Ali Kahraman Sofya’ya gitmişler, Osmanlı arşiv malzemesini inceleyerek bir rapor hazırlamış ve raporu kitap halinde yayımlamışlardır (Bulgaristan’daki Osmanlı evrakı, Ankara: T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 1994). Seçilen binlerce belgenin mikrofilmleri İstanbul Osmanlı arşivine getirilmiş, karşılığında Bulgar Millî Kütüphanesi için İstanbul’daki Osmanlı arşivinden mikrofilm alınması kabul edilmiştir. Değişim faaliyeti devam etmekle birlikte Sofya’daki bir buçuk milyon olduğu tahmin edilen malzeme karşılığında yüz elli milyon olduğu tahmin edilen İstanbul arşivi açılmış bulunmaktadır.
Prof. Dr. Halil İnalcık’ın notu
Osmanlı arşivleri, İmparatorluğun mirası üzerinde kurulmuş yirmi beşten fazla devletin tarihine ait arşiv malzemesini içerir. Bu devletlerin tarihi üzerinde araştırma yapanlara, bu malzemenin açılması gereğini bilim adına daima savundum. Arşivlerimizin her milletten araştırmacıya açık bulunması Türkiye’ye yarar sağlar düşüncesinde idim. Ancak, yüz elli milyon tahmin edilen Osmanlı arşiv evrakı, binlerce defter tasnife tabi tutulmamış, hatta birçok evrak depolarda çürümeye bırakılmıştı. Acil, en önemli iş bu evrakın kısa zamanda tasnifi, kullanmaya hazır hale getirilmesiydi.
Bu düşünce ile değerli büyükelçi ve tarihçi İsmail Soysal ile bir sempozyum gerektiğini düşündük. İstanbul’da 1985 yılı mayıs ayında “Osmanlı Arşivleri ve Osmanlı Araştırmaları” sempozyumunu örgütleyerek Başbakan Turgut Özal’ı davet ettik. Başbakan geldi ve sempozyumun açılış konuşmasını yaptı, esas sorun olan tasnifin hızlandırılması için önlem alma vaadinde bulundu. Sempozyuma sunulan bildiriler bir kitap halinde basıldı (Ben sempozyumda “Osmanlı Arşivlerinin Türk ve Dünya Tarihi İçin Önemi” adında bir bildiri okudum).
Gerçekten, sempozyum akabinde devlet fonlarından ayrılan bir bütçe ile arşiv idaresine beş yüz kişilik bir kadro verildi. Bu kadro, arşiv malzemesi işinde çeşitli evrak tiplerinde uzmanlık kazandılar ve yüzü aşkın katalog hazırladılar. Bugün Osmanlı Arşivimiz, dünyadaki başlıca arşivler arasında bilim çalışmalarına katkıda bulunan modern bir arşiv durumuna yükselmiştir. Arşiv dokümanlarının kopya veya CD’leri her araştırıcıya verilmekte, herhangi bir kısıtlama yapılmamaktadır.
Sempozyumda, arşivde mutlak açıklık prensibi üzerinde ısrarla durmuştum. Fakat dünyadaki her arşiv idaresinde uygulandığı üzere, bir evrak serisinin tümüyle verilmemesi noktasına dikkat çekmiştim. Üzülerek ifade edeyim ki bazı kimseler blok halinde belge koleksiyonlarını, mesela tahrir defterlerinin mikrofilmlerini alıp kendi Osmanlı arşivlerini kurmuşlardır (Beldiceanu’ların götürdüğü yüzlerce defter ve evrak Paris’te bir Osmanlı arşivi halinde saklanmaktadır. Fransız Osmanistleri bu arşivden yararlanamamaktan şikayetçidirler).
1838 tarihinde Mardin’de gözlemlenmiş “UFO” veya meteor benzeri bir cisim hakkındaki belge
(Sofya Osmanlı Arşivi, OAK 265/33)
İşbu sene-i mübarekede mâh-i Recebü’l-müreccebin selhi [19 Ekim 1838] Pençşânbe gicesi saat dört buçuk sularında min taraf’illahi Subhânehu ve Teâlâ bir şeddîd ve azîm rûzgâr ve fırtına zuhûr ve zulmet-i ‘azîme peydâ ve göz gözü görmez gibi olub
ve ol dakikada semâda Kıble ile Şark meyânelerinde bir büyük sini kadar bir nur-i ‘azîm ‘alâmeti peydâ ve gündüz misâli bütün âfâkı rûşen ve tâbnâk idüb, cümleye bir havf-i ‘azîm hâsıl olub
taraf taraf dua ve tezarru’a başlayub, ba’dehu mezkûr olan nûr-i ‘azîm semâda parça parça olub yer yüzüne düşmeye başlayub bu âyât-i İlahiyeyi gerek derûn-i Mardin’de
ve gerek Haram nam karyede bulunan Asâkir-i Muntazama-i Şâhâne ve sair kimesneler müşâhade ve mu‘âyene idüb asâkir-i mezkûrenin tahrîr ve ihbârları üzere ol nur-i
âzim yere düşdükde çadır karakolunda bulunan neferâtın kılıçları ve süngüleri ucunda şem’ misâli şua’ virüb ve her ne kadar uclarını silmişler ise de zâil olmıyub, birkaç
dakikadan sonra nâbedîd olub, bu alâmet İnşallahu teâlâ velini’met-i âlem olan Padişah-ı âlempenâh efendimiz hazretlerinin ezher cihet mansur ve muzafferiyetine delâlet idüği
ve cümle ümmet-iMuhammed haklarında hayırlu bir alâmet olduğunu Mardin ulemâları efendiler ifade eyliyüb bu makule alâmet-i hayıriyye-i nâdirenin i’lan ve ifadesi lâzıme-i hâlden olduğu vuku’u üzere
huzur-i fâiz ün-nur-i rahîmânelerine arz ve îlâm [olunur]. Hurrire fi’l-yevm i’s sânî fi şehr-i Şâban’il-muazzam, sene erbaa ve hamsîn ve mieteyn ve elf [21 Ekim 1838].
El-‘abdu’d-dâ’î li-devâm-i ‘ömr ü ikbâlehu,
Esseyid Hacı İsmail Hakkı, en-nâib-i Mardin
Metnin sadeleştirilmiş hali:
İşbu sene-i mübarekede Recep ayının son gününde [19 Ekim 1838] Perşembe gecesi saat 04:30 sularında -Allah tarafından- büyük ve şiddetli bir fırtına ortaya çıktı, hava karardı ve göz gözü görmez oldu. Ve o dakikada gökyüzünde Kıble ile doğu arasında bir koca sini kadar büyük bir ışık alameti göründü, yayıldı ve etraf gündüze döndü. Ahali büyük bir korkuya kapıldı. Her taraftan dualar yükseldi. Bunun akabinde, bu muazzam ışık gökyüzünde parça parça olup yeryüzüne düşmeye başladı. Bu Allah’ın hikmetini, bunları, gerek Mardin şehri içinde, gerek Haram isimli köyde bulunan Padişah askerleri ve diğer kimseler izleyip incelediler. Bu askerlerin verdiği bilgiye göre, o muazzam ışık yere düştüğünde çadır karakolunda bulunan neferlerin kılıçlarının ve süngülerinin uçları mum ışığı gibi parlamaya başladı ve ne kadar silseler de ışık kaybolmuyordu. Birkaç dakikadan sonra ışık kayboldu.
Mardin ulema efendilerinin dediklerine göre bu alamet-i şerif –İnşallahu teâlâ- tüm âlemlerin padişahı olan yüce Padişahımızın gelecekteki başarı ve zaferlerinin işaretidir ve tüm müminler hakkında hayırlıdır. Bu sebeple zat-i alinize bu mühim hadiseyi arz ve ilam ederiz. [21 Ekim 1838]
Yazan, Mardin naibi, ömrünüzün ve gücünüzün devamı için duacınız, kulunuz Esseyid Hacı İsmail Hakkı
Bu belge, Nizip’te (14 Haziran 1838) Mehmed Ali ordusunun kazandığı zafer akabinde İstanbul’da ve Saray’da baş gösteren panik havası içinde Mardin’de bir nâibin olağanüstü bir gözlemini özetlemektedir.