Ok ve yay. Korunmak ve avlanmak için vahşi doğaya doğrulttuğumuz en eski mücadele araçlarımız. Bize sağladığı güven ve güç, bu av aletlerinin tarih öncesi uygarlıklarda tanrıların sembolü haline gelmesine sebep olmuş. Kaç zamandır insanlığın bir parçası olduğunu anlamak için; tohumlara dadanan kargaları kovmak adına Cebrail’in Hz. Adem’e “nuşşa abba” (kargayı bu okla kov) dediğini anlatan rivayete bakmamız yeterli. Ok anlamına gelen Arapça’daki nüşşab, Süryanice’deki abba kelimeleri ise bu rivayete dayanıyor. Hz. Muhammed’in ashabını ok atmaya özendirmesiyle bu geleneğin pekiştiği Araplar, Acemler ve Türkler ise yay konusunda haklı bir üne sahip. Habeşlerin; oklarını çakmak taşından, yaylarını palmiye fidanından yapmaları, Perslerin beş yaşına varmış çocuklarına ata binme, ok atma ve doğruluk öğretmesi, Sakaların yalnız kendilerine has oklar üretmeleri ise milletlerin ok ve yay kültürlerine ait Heredos’tan öğrendiğimiz diğer bilgiler.
Taberani’nin rivayetine göre, Hz. Muhammed’in hüzünlenen kişilere ok ve yayı kuşanıp, kederlerini bu şekilde dağıtmalarını tavsiye etmesi; okçuluğun dini bir kimlik kazanmasını kaçınılmaz kılmış. Babalık görevlerini yerine getirmek amacıyla, çocuklara, ucunda çekirdeği çıkarılmış hurma bulunan oklarla talim yaptırılmış.
Osmanlı’da amacına göre farklılıklar gösteren okun yapımı da bir hayli zahmetliydi. Önce ahşap fırınlanır, nemlenip kabarmasın diye rutubetsiz bir depoda bekletilirdi. Okların düzgün şekilde gitmesi için arka kısmına çeşitli kuşların tüyleri kuyruk olarak takılırdı. Hem ok hem yay kayın ağacından yapılırsa iyi olur, ok gövdeleri için hafif ve sert ağaçlar tercih edilirdi. Zıhgir denilen yüzük ise sağ baş parmağa takılır ve yaralanmalar bu şekilde önlenirdi.
Elbette, ok ve yayı kullanmak da en az yapımı kadar marifet gerektiriyordu. Bu yeteneğe sahip kimselere Kemankeş denilen Osmanlı’da, bu icazeti almak pişrev denilen menzil okuyla, azmayiş denilen meşk oku konusunda ustalaşmayı gerektiriyordu. Kemankeşler ok meydanında, havadaki oku vurma, hedefteki oku gezinden vurma, at üstünde hedef vurma gibi yetenekleriyle yarışıyordu. Araplar okçuların bu yeteneğini münadele denilen yarışlarla ölçmüş, isabet ve uzun mesafe olarak iki ayrı dalda ölçüm yapmışlardır.
Osmanlı’da tüfeğin yaygınlaşmasına kadar ok kullanımı devam etmiştir. Savaş alanında padişahı 400 kadar kemankeş koruyordu. Zira, talimhanecilerin okçuları talim ettirmesi kanun gereğiydi. Okmeydanı da ismini kapıkulu yeniçerilerinin ok talimlerinden almıştır. Bahriye’de de düşman yelkenlilerine ateş oku atmak eski bir gelenekti. Oklar Gelibolu ve İstanbul’daki esnaf tarafından, ok temrenleri de Edirne’deki esnaf tarafından yapılırdı.
Ok edebiyatımızda sevgilinin kirpiklerine ve bakışlarına denir, aşk acısı ok yarasına, kaşlar da yaya benzetilirdi. Kavsnameler de, ok atmanın usulüne ve okçulara dair bilgiler veren eserlere denirdi.