Habis, fakat yaratıcı bir yazar Rousseau. Düşüncesindeki iyimserlik, doğa ve insan sevgisi kişiliğinde ve özel hayatında yok. Hayatı fırtınalarla, düşüncesi çelişkilerle dolu. Gözle görünen, yaşanan, mevcut olanla, düzenle bir kavgası var Rousseau’nun. Bunda nevrotik kişiliğinin payı büyük. Nevrozlarını ahlaklı ve başarılı bir hayata dönüştürmeyi başaramasa da, gelecek yüzyılların siyasi ve kültürel anlayışını etkileyecek bir düşünce ortaya koymayı başarmıştır. Rousseau için doğa ile medeniyet arasında, insanın ihtirasları ile ahlak ve düzen arasında bir kavga var. Bu kavgada doğa ve ihtirasın yanında yer alır. Böylece aslında romantiklere ve modernistlere öncülük etmiş olur. Fransız İhtilali’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” umdeleri Rousseau’dan esinlenilmiştir. İtiraflar’da kendini küçük, biraz vahşi, hastalıklı ve kötülük istemine sahip muhteris bir kişi olarak anlatır. Aslında bu bir gösteridir. Kilise ve aristokrasi tarafından idare edilen topluma bir çağrıdır: Hepimiz alçağız ama bizi yönetenler bizden alçak, kırın zincirlerinizi… Emile’de bunu teorileştirir; çocuklar doğanın kucağında bozulmadan yetiştirilmeli, her şeyi deneye yanıla öğrenmeli, hem bilimsel hem zanaatla ilgili bilgiler edinmeli, seçme şansı olmalıdır. Bu şekilde toplumsal bozukluktan ve insanlar arası eşitsizlikten kurtulmak mümkündür, Rousseau’ya göre. Bizim için fazla tanıdık olan bu romantik ve ütopik fikirler, 18. yüzyılda Fransız İhtilali’ne giden yolda atılan adımlardı. Rousseau’nun bugüne kalmasını sağlayan esas kitap ise Toplum Sözleşmesi’dir. Modernliğin veya ulus-devlet anlayışının karşımıza çıkardığı vatandaşlık, yasaların halk tarafından özgürce yapılması, vatandaşların sözleşmeyle yarattıkları ortak varlık ve değerlere (kendi yaptıkları din ve devlete) sadık olmaları gibi kavramların iyi bir tarifi bu kitapta var. Rousseau, yarı ütopik fikirlerle ortaya çıktı, ama çabuk etkili oldu; etkisi uzun sürdü. Bugün dahi temelini doğadan alan bir hukuk anlayışı hakim. Toplumun tek tek bireylerin rızasıyla oluşturduğu bir sözleşme üzerinde yükseldiği düşüncesi hâlâ geçerli. Rousseau aramızda yaşıyor, en azından bir hortlak olarak. Çünkü Rousseau’nun doğacı iyimserliği Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa’da 1789-1945 yılları arasında kanın gövdeyi götürmesine engel olamadığı gibi, bugün de parlak birtakım fikirlerle sürdürülen ulus-devletler ve uluslararası hukuk kavramları zulme mani değil, çoğu zaman zulmün arkasına saklandığı kisveler görünümünde.