Liberallerin Batılı bir fikrin Türkiye acentesi olma geleneğini Prens Sabahattin başlatmış denebilir. Le Play Okulu’nun Türkiye acentesidir Prens Sabahattin. Adem-i merkeziyeti, yani bireyciliği savunur. Bunun anlamı Ermeni, Rum, Yahudi unsurlarının Batılaşmada başat rol oynaması; bir anlamda geminin dümenine azınlıkları oturtmaktır. Bunun bugün de canlanmış olması, Prens’i eskimemiş gösteriyor. Ulus-devlet dönemi diyebileceğimiz 1923-1980 döneminde Prens Sabahattin’in unutulmuş olması, sadece sosyolojinin öncüsü olarak akademi duvarları arasında adının geçmesi manidardır. Ne olduysa son dönemde oldu ve liberalizm siyasette değilse de entelektüel-akademik dünyada iktidara geldi. Böylece geçmişe dönük okumalar da başladı. Daha doğrusu bireycilik, azınlıkçılık gibi düşüncelerin kanonu oluşturulur oldu. Prens Sabahattin “Ahrar” yani “Hürler” (Liberaller) Partisi kurucusu, Jöntürklerin ters kanadının ve ilk Jöntürk Kongresinin lideri olarak bu kanon içinde ayrıcalıklı bir yere sahip. Ne yazmış, ne söylemiş diye dönüp baktığımızda Prens Sabahattin’in kronik sorunları masaya yatırdığını görüyoruz. Devletin çürük olmasının nedeni olarak hayatımızın çürük olmasını gösterir. Devlet kurumlarında yüzeysel reformlar yapmanın işe yaramayacağı kesindir. Her şeye temelden, yani özel hayattan başlamak gerekir. Kendimizi değiştirmeliyiz. Bir yazısında şöyle diyor Prens: “Faydasız bir görenek; şahsiyetin, verimli ve meşru bir çalışmayla yükselmesine engel bir maişet tarzı ve bu tarzı nesilden nesile sürükleyen kötü bir terbiye!” Takipçilerinin aksine iyimserdir Prens Sabahattin. “Bizden adam olmaz!” diye düşünmez. Bunun imkanları üzerine düşünür. Bulduğu çareler çoğunlukla Türk halkını yeterince tanımamaktan kaynaklanan saçma ve uygulanamaz şeylerdir. Ama bir çözüm arayışında olmakla, rakiplerine yani milliyetçi Batıcılara (İttihatçılara) benzer Prens. Şahsiyet sahibi olmak ve kendini geliştirmek konularında da benzerler aslında liberal ve milliyetçi elitler. Farkları, Prens Sabahattin’in şahsiyeti insanın kendi girişim ve çabalarıyla kendisinin kazanacağı bir şey olarak görmesi, İttihatçıların (sonra Kemalistlerin) ise devlet tarafından kişiye resmi eğitim yoluyla şahsiyet kazandırmayı esas almalarıdır.