20. Yüzyıl dünya tarihinde, insanoğlunun o zamana kadar görmemiş olduğu iki büyük savaşa sahne olmuştur. Her iki Dünya Savaşı da büyük bir yıkımı, bu yıkımlardan sonra da yeni bir inşa sürecini beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra, II. Dünya Savaşı sonrasında bir de hepimizin bildiği üzere meşhur Soğuk Savaş dönemi yaşanmıştır ki Batı’da Amerika önderliğinde daha liberal bir dünya düzeni ile Doğu’da Sovyetler Birliği önderliğinde komünizm arasında sıkışık kalmış upuzun 45 yıl geçirmiştir toplumlar. Yukarıda bahsettiğim inşa aşaması sırasında Batı ve Doğu bloğu arasında ciddi bir rekabet ve teknolojinin yeniden inşası da söz konusudur.
Soğuk Savaş dönemindeki bu inşa süreci sırasında en büyük gerilimlerden biri beklenilenin aksine yeryüzünde değil uzayda yaşanmıştır. Ne ilginçtir ki, dönemin iki süper gücü – Amerika ve Sovyetler Birliği – 1950lerden itibaren bir yanda Dünya üzerinde yaşanabilecek herhangi bir sıcak savaş ihtimali ile teyakkuzda iken bir yandan da uzay teknolojileri alanında birbirleri ile rekabet halindeydiler.
Sputnik I de tam anlamıyla bu ‘uzay savaşları’nın başlangıcını oluşturuyor. Sputnik I, çoğumuzun bir şekilde aşina olduğu bir terim aslında. Sovyetler Birliği tarafından 4 Ekim 1957 tarihinde uzaya gönderilen, bir basketbol topu büyüklüğünde minik bir yapay uydu. Ancak en önemli özelliği, Dünya’nın ilk yapay uydusu olması. Sovyetler Birliği’nin hem kendisi hem de insanlık için attığı bu büyük adım sonraki yıllarda Amerika ile arasında çok büyük bir rekabetin temellerini atmış ve hatta bugün NASA olarak bildiğimiz Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin kurulmasına neden olmuştur.
Ortalama bir insanın avucu ile kavrayabileceği büyüklükte bir ‘uydu’ 1957 yılından başlayarak dünya tarihinin de uzay teknolojisinin ve bilimlerinin de seyrini değiştirmiştir. Kendi görevini yaklaşık 3 ay kadar yapmasının yanı sıra Sputnik I ile başlayan tabir-i caizse ‘uzay yarışı’nın günümüze kadar uzanan etkileri olmuştur. 1968 yılında Sovyetler Birliği kozmonotu Yuri Gagarin’in uzaya çıkan ilk insan olmasını, 1969’da ise Neil Armstrong’un Ay’a adımını atmasını takip eden süreçte insanoğlu o güne kadar tahayyül edemediği şeyleri gerçekleştirmiştir. Bu noktada iki süper güç arasındaki rekabet her ne kadar çok önemli olsa da teknolojik ve bilimsel gelişmelerde Sputnik I’in rolünü de küçümsememek lazım.