“Bilincin gizli mahkemesinden” söz eder Unamuno; üstündeki kisveyi çıkar at, içindeki somut insan kalsın. Bu Unamuno’yu Kant ve Hegel gibi sistem filozoflarının karşısında Kierkegard ve Schopenhauer gibi öznel filozoflar arasına sokar. Sistemle birey arasındaki felsefi uzlaşmazlığın ulusların tarihsel rolleriyle de ilgisi var. Kant ve Hegel birlik ve bütünlük peşindeki Almanya’nın filozoflarıdır. Unamuno ise imparatorluk geçmişinden bir türlü yakayı sıyıramayan, uluslaşmada geri kalan İspanya’nın. Ardılı Ortega y Gasset gibi Unomuno da hayata ve insana birinci derecede değer verir. Sorun her zaman insandır, çözüm de her yerde insanın içinde. Ölümsüzlük ve evrensellik (her insanın aynı özden oluşu) Unamuno düşüncesinin anahtarını oluşturuyor. “Sen ve ben asla ölmek istemeyiz,” diyor. “Dolayısıyla da bu bizim özümüzü oluşturuyor.” Böyle büyü bir arzu, ancak büyük bir mutsuzlukla açıklanabilir. Eksik hisseden tamamlanmak, dışarıda bırakılan bütüne kenetlenmek ister. Kemal yani olgunluk peşindedir Unamuno. Eminim Namık Kemal’in insan, zihin ve dili birleştiren felsefesini okumuş olsa yakınlık duyardı. Bize pek yabancı sayılmaz Unamuno. Kötümserliği de dahil olmak üzere bizim Tanzimat aydınlarına çok benziyor. Bizimkilerden farkı iktidara koyduğu mesafe. “Bana gelince,” der, “Halkı idare edenin; etten kemikten insanları, ölümsüzlük istediği halde ölen, acı çeken ve mutluluğu arayanları idare ettiği duygusu içinde hareket etmeyene kendimi bırakmayacağım.” Pozitif yahut ispata açık olanla kavga halinde bir düşünce kuruyor Unamuno. Hayatla akıl asla birleşmeyecektir. Descartes ve takipçilerinin karşısına dikilir Unamuno: “Hayır! Çare ölümlü yazgımızı hiç sakınmadan göze almak, sürekli bakışlarımızı Sfenks’in bakışlarına dikmektir, böylelikle çünkü uğursuz tılsımı bozulur onun.” Bilincin karşısına vicdanı, düşüncenin karşısına duyguyu çıkarır. Bu nedenle Katolikliği, hem Protestanlığa hem akılcılığa karşı, sonuna kadar savunacak, manastır çileciliğini göklere çıkaracaktır. Katolik Kilisesi, Unamuno’ya göre en büyük değer olan hayatın başlıca muhafızıdır. Spinoza’nın aksine halka da akılla değil duyguyla yaklaşır: “İtirazsız iman yeterlidir,” diyecektir bir yerde, “kömür işçisinin imanı.”