Râviyân-ı ahbâr, nakilân-ı âsâr ve dahi muhaddisân-ı rûzigâr bildürdiler ki “Sen nece kari’îsen ki “Teşkilat-ı Mahsusa / Bir Gizli Teşkilatın Öyküsü”[1] nâm şâh-ı eseri daha kıraat eylememişsen?” Birdenbire uyandım. Bu ikazı tefekkür etmek istedimse de bir işaret kabul ederek, sabah hemen bitişiğimizdeki “Teşkilat Bedesteni”ne koştum ve şâh-ı eseri 20.00 Tl’ye satın aldım. Sonra da bedestenin kıraathanesinde gûşe-i uzlete çekildim. Cam bardakta çayımı içerken merakla okumaya başladım. –Ne de olsa gizli bir teşkilatın öyküsünü okuyacağımdan tam havasına girmek için bu mekânı şuurlu olarak seçtiğimi, siyah paltomu çıkarmadığımı ancak yakın gözlüğümü taktığımı ara çizgi arasında hassaten ifade etmek istiyorum.-
Hikâye –şahsen öykü hikâye yerine ikame edilmişse de imarı olmayan Boğaz manzaralı gecekondudan farksız olduğuna kâni olduğumdan bu sözcük nazarımda müreccah değildir- Şükrü Altın Bey’in 2013 yılında Çankırı’da kaleme aldıkları “Önsöz”deki şu paragrafı okuduktan sonra gayri ihtiyari etrafıma baktım. “Bu kitap, Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan üç kıta üzerinde Teşkilat-ı Mahsusa’da görev almış kahraman insanların fedakârlıklarını anlatmaktadır. İstihbarat konusunu içeren bu eserde hayal bile edemeyeceğimiz gizli savaşlar yapılmıştır. Çok abartılı gelebileceği düşüncesiyle güvercinlerin ajan kuşlar olarak haberleşmede kullanıldığını yazmadık. Şahinlerin suikastlarda kullanıldığından bahsetmedik fakat bunlar da yapıldı… Bu kitap ile geçmişte olanları öğrenerek geleceğimize yönelik dersler çıkarılacaktır.”(s.10) Vay anasınnnnnı sayın seyirciler! Pardon okuyıçılar. Farklı bir “matrix”le karşı karşıyayım, dedim kendi kendime. Kahraman insanlar, güvercinler, şahinler, bıldırcınlar, sakalar, kanaryalar, muhabbetler, cennet papağanları… Bir anda fahri üyesi olduğum ve geçen yıl takip ettiğim Avrupa Yakası Posta Güvercini Sevenler ve Yetiştirenler Derneğinin düzenlediği ve 701 güvercinin katıldığı kuş uçuşu 367 km mesafeli Çankırı/Kurşunlu İstanbul/Yenibosna etabı yarışması aklıma geldi. Titredim. Ben ne kadar habersizmişim. Meğerse işin rengi başkaymış. Şükrü Altın Bey iyi ki yazmamış dedim.
Şükrü Altın Bey, “tarih denizinde” Osmanlı’nın çöküş döneminde casuslar savaşıyla ilgili pek çok makale ve kitap incelemiş. Aylarca yaptığı çalışmalarda “alıcı kuşlar gibi yıkıcı istihbaratın günümüzde bile devam ettiğini” fark etmiş. Önsöz’ünü de şöyle hitama erdirmiş. “Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgili bu kitap, klasik bir tarih kitabı değildir. Olayların tarihî bir roman türüyle anlatılışıdır.”
“Tarihî bir roman türü”ndeki kitabın, Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgili olamayan ara nağmeleri bir hayli fazla. Buralarda müellif alıcı şahin olarak, bize tarih denizinin dalgaları üzerinde sörf yaptırıyor. Su yutmadan çıkana aşk olsun erenler. Meselâ, kalbi Allah sevgisiyle dolu, Peygamberini takip ederek Kur’an ve sünnet üzerine yaşayan bir kişi olan II.Abdülhamid Han’ın, Devlet-i Aliyye’nin bütünlük ve birliğini sağlamak için tarikata girdiğini, bu sayede sufi şeyhlerin, birer casus gibi hizmet ettiklerini, bölgelerinde ne olup bittiğini Yıldız Sarayına aktardıklarını biliyor muydunuz? Ulu Hakan’ın böylesine oprtünist bir yaklaşımla tarikata girmesine taaccüb ettim. Zaten saraya kadar sızan bir İngiliz casusunu şıp diye gözünden anlayan Ulu Hakan, bir gece onunla gizlice görüşerek Yıldız İstihbarat Teşkilatında çalışmasını teklif ediyor ve İngiliz istihbaratının ajanı da kabul ediyor, ardından ver elini Rumeli deyüp Rodop Dağlarına gidiyor. Türkleri Rus ve Bulgar işgal kuvvetlerine karşı kışkırtıyor, örgüt ve çeteler kurduruyor, kendisi de elde tüfek bu çetelerin başında savaşıyor. –Tüfeğin markası belirtilmemiş ne yazık ki! Vinçester olabilme ihtimali yüksek.- “Bu ajanın adı Osmanlı kaynaklarında Hidayet Paşa olarak geçiyor. Oysa gerçek adı Sinclair’dir.”(s.33) Kaynak nerede Şükrü Altın Bey? Tarih denizinde mi kayboldu?
Kitabın nihayet 47. sayfasında Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşuna ulaşıyoruz. Başlık: Efsane Kahramanlar.-Kahraman insanlar niye değil ki acep?- Enver Bey, Miralay Rasim Bey, Süleyman Askeri Bey, Dr. Bahaeddin Şakir ve Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın başını çektiği hürriyet mücadelesi yapan kişilerden müteşekkil bir grup meydana gelmiş. Bunlar da kendi aralarında “istibdada karşı konuşurken” “Bizim Teşkilat-ı Mahsusa” diye bir tabir kullanıyorlarmış. Mevzu daha da genişleyince Teşkilat-ı Mahsusa’nın adı daha çok kullanılır olmuş. İşte Osmanlı istihbarat teşkilatının ismi böyle ortaya çıkmıştı.”(s.47) Burada, Şükrü Altın Bey’e, “özellikle kralların ve kahramanların rüyalarından sorumlu Morpheus”un musallat olduğunu düşündüm. Ben neden hiç böyle rüya görmüyorum diye hayıflanmaktan kendimi alamadım.
Hele şu paragrafı okuduktan sonara beni ateş bastı ve ne olacaksa olsun deyüp, siyah paltomu çıkardım.“Tarihî kaynaklara göre, Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyeti 1900’lü yılların başına kadar gerilere gitmektedir. Tamamen askerî gizli bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa yöneticileri arasında Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın yanı sıra Cemal ve Talat Paşaların da etkin görevleri olduğu bilinmektedir. Çoğu kaynak şu konuda görüş birliği içindedir: Teşkilat-ı Mahsusa, Enver Paşa ile yakın arkadaşı Süleyman Askeri’nin idare ettiği ve daha sonra Eşref Kuşçubaşı’nın başkan olmasıyla etkin görevler yapan bir istihbarat kuruluşudur.” (s.47) Şükrü Altın Bey, tarihî kaynakları ve dahi “çoğu kaynak”ı yazmayor. Rüyaların kaynağına inmek için Fröyd Bey’e ulaşmak lazım ki… Ahmet Tetik Bey’in yayınladığı “Teşkilat-ı Mahsusa Tarihi”nde[2] bu bilgiler yer almayor. Neden? Çünki orada Morpheus yok, belgeler var. Yani kim, tarihî kaynaklar. Rüyalarda dolaşınca gerçekleri görememeği de mazur görmek lazım değil mi ifinim? Şükrü Altın Bey bir de şunu buyuruyorlar ki bîhaberliğini dermiyan eyleyorlar. “Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularının ve aktif üyelerinin hatıratları dışında, örgüt hakkında bugüne kadar ulaşan detaylı bilgiler mevcut değildir.”(s.47)Dr.Philiph H.Stoddard’ın 1950’lerde söylediğini bugün aynen tekrarlamak, denizde boğulmak olmalı ki yaşayanlardan haberdar olunmamış… Bir de Stoddard’ın kitabından aktarırken kafaya göre takılmak “somnambul” halinden çıkamamak olsa gerek… Derne’de bulunan Binbaşı Enver’i Bingazi’ye getirip de kumandan yapmak, ancak ve ancak astral seyahatle mümkündür ki bunu da acizleri bilemez… Zaten aziz Şükrü Altın Bey, Süleyman Askeri Bey’in ölümü üzerine Eşref Sencer Kuşçubaşı’yı “teşkilatın daire başkanı” yapıyor ve Arabistan masasında görevine devam ettiriyor, onun ardından da Hüsamettin Ertürk’ü teşkilatın başına geçiriyor. Şükrü Altın Bey, o denli Eşref Sencer Kuşçubaşı aşığı ki, şunları da rahatça yazabiliyor. “Kendisinin daimi rütbesi binbaşı iken başarılarından dolayı resmi olarak kurmay yarbaylığa terfi ettirilmiştir.”(s.59) Bedelli askerlik yapanlar bilmez biz söyleyelim. Foça’da komando jandarma eğitimi alırken daimi rütbe ile resmi rütbe diye bir şey öğretmemişlerdi. Rüya halinde nasıl olsa her şey mübah. Vaaaaaaaa mı izahı? Zaten Enver Bey’in de Libya halkı üzerindeki etkisi çok yüksekti.(s.80) Sahi Libya ne zaman kuruldu Şükrü Altın Bey? Malum-ı âlileri müdür aceb?
Şükrü Altın Bey’in kitabının yanında Güney Afrika elmas madenleri hiç kalır ifinim. 1915 yılında “Teşkilat-ı Mahsusa ajanlarının komuta ettiği yeniçerilerle bağlantısı olan Bektaşiler de küçük birlikler oluşturarak Gelibolu, Kafkasya ve Suriye’de önemli görevlerde bulunmuşlardır.”(s.160) Yeniçerilerin reenkarnasyonunu da böylece öğrendik elhamdülillah. İlahi Şükrü Altın Bey!
Çay ocağı gittikçe kalabalıklaşırken tedirgin olmaya başladım. Ya ne okuduğum merak edilirse diye. Çünki kitabın sonuna geldiğimde Şükrü Altın Bey şunları söylüyordu: “Her devlet başkanının önünü ajanlar açar, dış ve iç düşmanlara karşı bilgilendirirler. Devletlerarası diyalogun arkasında ajanların istihbarat çalışmaları kesinlikle vardır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir başka versiyonu hâlâ devam etmekte olup gelecekte de var olacaktır. Teşkilat-ı Mahsusa hâlâ bitmemiştir. SON DEĞİL”(s.370)
Şükrü Altın Bey’in, “tarihî bir roman türüyle” anlattığı Teşkilat-ı Mahsusa, yarı fiktif bir karakter sergilemesi bakımından interestinnnnnggggggg. Teşkilat Bedesteninde boşuna vakit harcadığıma yandım. Sonra imdadıma Nasreddin Hoca yetişti. Hocaya bir gün “Hocam burcunuz nedir?” diye sormuşlar. O da “Teke” demiş. Soranlar, “Teke diye bir burç yoktur ki!” diyince; Hoca; “60 yıl önce doğduğumda burcum oğlaktı 60 yıl sonra büyüdü teke oldu.” Cevabını vermiş. Teşkilat-ı Mahsusa da 100 yıl sonra bir masal kahramanı olmuş vesselam….
[1] Şükrü Altın, Teşkilat-ı Mahsusa, Bir Gizli Teşkilatın Öyküsü; ilgi kültür sanat Yay. İst. 2014, 391 s.
[2] Ahmet Tetik, Teşkilat-ı Mahsusa –Umûr-ı Şarkiyye Dairesi- Tarihi (1914-1916), C.I, İst. 2014,s.16