Kitap Dünyası

Yunus Emre Divanı

Hakan Arslanbenzer / 19.10.2015

Sordum sarı çiçeğe’nin ya da Şol cennetin ırmakları’nın şairi değil. O, Aşık Yunus. Yunus Emre tamamen başka biri. Tamamen başka, yani aslın taklitten farklı olduğu kadar başka biri. Bizler Aşık Yunus ilahilerini yaygın olarak seven bir milletiz. Ne var ki, özgünlük ve yaratıcılık payesi Yunus Emre’nindir. Teferrüc eyleyü vardım sabahın sinleri gördüm / Karışmış toprağa şu nazük tenleri gördüm ya da Acep şu yirde varmola şöyle garip bencileyin / Bağrı başlu gözi yaşlu şöyle garip bencileyin gibi deyişlerin şairi, ölüm kaygısını bir hikmet zevkine dönüştüren, Bektaşi tonlarında hemen daima ölümü, garipliği, hatta bazen tuhaflığı çınlatan şair Yunus Emre’nin. Aşık Yunus ve bütün öteki Yunuslar ona nispetle bir yer işgal ederler Türk şiirinde, kültürümüzde, ibadet hayatımızda. Sevdiğimiz, ilahilerinden zevk aldığımız ve bir yerden sonra kendine acımanın neşesini bize yaşatan Yunuslarla asıl Yunus Emre arasındaki bu derin kültürel boşluk, şiirsel anlamdaki bu çapraşıklık ve taklidin aslı kendisine dönüştürmesi yönündeki bu avami ameliye, üzerinde bizim görebildiğimiz kadarıyla hiç durulmamış ciddi bir sorundur. Hatta vahim bir sorundur, çünkü Yunus Emre’nin avamı reddeden, az çok seçkinci bir şair olmasıyla birlikte düşünüldüğünde konunun merkezinin dağılmasına ve özü yakalanamayacak, çözümlenmesi ve çözülmesi zor bir yanılsama yaratılmasına sebep olmuş bir sorundur. Yunus Emre kim diye bir sorumuz olsaydı keşke. Ama yok. Yediden yetmişe hepimiz tanıyoruz onu. Cumhuriyetin kurucu kültür ameliyesinin halka en fazla yakınlaştığı anı temsil eden bir şair olarak Yunus Emre’yi gerçekten tanımıyor olmamız, hatta aşık yunuslara duyduğumuz sempatiyi, gerçek şiirlerini taklitlerinden ayıklayarak okuduğumuzda Yunus Emre’ye gösteremeyecek olmamız bu saatten sonra neyi değiştirebilir? Gerçekte evet; soğuk, soyut ve gayri şahsi şiirlerin şairidir Yunus Emre. Ve Aşık Yunus ilahilerinden alışık olduğumuz o, şiirin hiç takılmadan bal gibi akıp gitmesi gerçek Yunus’un düşünülerek yazıldığı için olsa gerek takır tukur ilerleyen ve halk şiiri formlarını divan formlarına, heceyi aruza doğru belli belirsiz bir şekilde zorlayan zorlama şiirlerine hemen hiç uymaz. Önemli olan hangisi acaba? Cumhuriyet folklorizmi bugüne kadar bizim adımıza bir cevap verdi. Mevlüt gecelerinde, zikirlerde, hatta sohbetlerde biz de başka bir yorumda bulunduk. Şairler Yunus Emre esinleri taşıyan şiirler ortaya koydular; edebiyat tarihçileri de büsbütün başka şeyler ima eden yazılar yazdılar. İşin kitabında, önemli olanın gerçek Yunus olduğu tespit ve tayin edildi. Fakat propaganda yapılırken Yunus Emre şiirinin aşırı yorumlarından zuhur eden değerler kullanıldı; hümanizm, heterodoksi, bireysellik vesaire gibi. Durum gittikçe karışıyor, gördüğünüz gibi. Zira Türk halkının sevdiği Yunus, resmi şiir propagandasının arz ettiği Yunus da değildir. Bir kere daha karavana! Demek ki en azından üç Yunus Emre katı var. Sıralarsak: 1) Edebiyat tarihinin tespit ettiği, yerine az çok koyduğu doğru ve gerçek, soğukkanlı ve hikmetli, eh biraz da tatsız ve zorlama Yunus Emre. Bunun modern Türk şiiri üzerindeki esinleri dikkat çekicidir. 2) Propagandası yapılan ve tıpkı Mevlana gibi Batıya tanıtılmaya çalışılan Yunus Emre ikonu veya freski. 3) Halkın sevdiği ilahilerin şairi Yunus Emre, yani Aşık Yunus vesaire. En güzeli sonuncusu; güzel ama doğru değil. En doğrusu da şairlerin şairi Yunus; ne yazık ki onu güzel göstermek, geniş kütlelere sevdirmek o kadar mümkün değil. Şükür ki güzeli de doğrusu da ikonesk olmaktan, yapma olmaktan çok uzak. Şairlerden mi halktan mı olduğunuza göre birini diğerine tercih edebilirsiniz. Bazen şairlerden, bazen de halktan olma tercihine de hakkınız var tabii…

 

Yeni Haberler